NUTUK
Milli Kongreler ve Gelişen Olaylar
Erzurum'a
Gidiş
Sivas'ta kurulan örgütler ve
yapılacak işler üzerine gerekenlere yönerge verdikten sonra hiç
uyumadan geçen 27/28 gecesinin sabahında bir bayram günü, Sivas'tan
Erzurum'a doğru yola çıkıldı.
Bir haftalık sıkıntılı
bir otomobil yolculuğundan sonra 3 Temmuz 1919 günü, halkın ve
askerin içten gelen gösterileri arasında, Erzurum'a varıldı.
İstanbul Hükümetinden gelebilecek yıkıcı bildirimleri
denetlemek ve durdurmak için haberleşme kanalı olan önemli
merkezlerde gereken önlem ve düzenleme alınması için bütün
komutanlara, 5 Temmuz 1919 tarihinde buyruk verdim.
(belge: 29)
Komutan, Vali ve Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi ile görüşüldü. Vali Münir Bey, İstanbul Hükümetince görevinden çıkarılmıştı. Gitmeyip Erzurum'da kalmasını bildirmem üzerine daha Erzurum'da bulunuyordu. Bitlis valiliğinden ayrılıp İstanbul'a gitmek üzere Erzurum'dan geçen Mazhar Müfit Bey de Münir Bey gibi Erzurum'da beni bekliyordu.
Ulusal
Amaç Yolunda Ortaya Atılmak Kararı
Bu iki vali beyle, On Beşinci
Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve yanında bulunan
Rauf Bey, eski İzmit Mutasarrıfı Süreyya Bey ve karargâhımdan
Kurmay Başkanı Kâzım Bey ve Kurmay Hüsrev Bey, Doktor
Refik Bey arkadaşlarımla önemli
bir görüşme yapmayı uygun gördüm. Kendilerine genel ve özel
durumu ve tutulması zorunlu olan yolu anlattım.
Bu arada en elverişsiz
durumları, genel ve kişisel tehlikeleri, her olasılığa
göre nelerin göze alınması zorunlu olacağını açıkladım:
"Ulusal amaçlarla ortaya atılacakların yok edilmesini düşünenler
bugün yalnız Saray, İstanbul Hükümeti ve yabancılardır.
Ama bütün halkın aldatılabileceğini ve bize karşı
duruma çevrileceğini de düşünmek gerektir. Önder olacakların
her ne olursa olsun, amaçtan dönmemeleri, ülkede barınabilecekleri son
noktada, son nefeslerini verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüreceklerine
işin başında karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü
duymayanların işe girişmemeleri çok daha iyi olur. Çünkü, böyle
bir durumda hem kendilerini ve hem de ulusu aldatmış olurlar.
Bir de, söz konusu görev,
resmi makam ve üniformaya sığınarak el altından yapılamaz.
Böyle bir tutum, bir ölçüye değin yürüyebilir. Ama, artık o dönem
geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve ulusun hakları adına
yüksek sesle bağırmak ve bütün ulusun, bu sese katılmasını
sağlamak gerektir.
Benim, görevden çıkarıldığım
ve her türlü sonuçla karşı karşıya bulunduğum kuşku
götürmez. Benimle açıkça işbirliği yapmak, o sonuçları
şimdiden kabul etmektir. Bundan başka, söz konusu ettiğimiz
durumun istediği adam, daha birçok bakımlardan da, ille ben
olabilecekmişim gibi bir iddia yoktur. Yalnız, her halde bu ülke çocuklarından
birinin ortaya atılması zorunlu olmuştur. Benden başka bir
arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki o arkadaş, bugünkü
durumun gerektirdiği yolda yürümeyi kabul etsin." dedim.
Bu konuşma ve açıklamadan
sonra hemen bir karar almak uygun olmayacağından bir süre düşünmek
ve özel konuşmalar yapabilmek için görüşmelere son verdiğimi
bildirdim.
Yeniden toplandığımızda,
işin başında benim bulunmamı istediler ve kendilerinin bana
yardımcı ve destek olacaklarını bildirdiler. Yalnız bir
arkadaş, Münir Bey, önemli özrü dolayısıyla bir süre için
kendisinin eylemli (fiilen) görev almaktan bağışlanmasını
rica etti. Ben, görünüşte görevden ve askerlikten ayrıldıktan
sonra, şimdiye değin olduğu üzere, üst komutan imişim gibi
buyruklarımın yerine getirilmesinin başarı için temel koşul
olduğunu söyledim. Bu da eksiksiz onaylandıktan sonra toplantıya
son verildi.
Baylar, İstanbul'da
Genelkurmay Başkanlığı katında, görevden ayrılan
Cevat Paşa ile göreve başlayan Fevzi Paşa'dan
ve Barış Hazırlıkları Komisyonunda (İstihzaratı
Sulhiye Komisyonu) çalışan İsmet Bey'den başlayarak,
Erzurum'a gelinceye değin, her yerde gördüğüm ve karşılaştığım
komutan, subay, her türlü devlet adamları ve ileri gelen kişilerle,
burada, Erzurum'da yaptığım gibi görüşmeler ve anlaşmalar
yapmıştım. Bunun yararını değerlendirebilirsiniz.
Erzurum
Kongresi Hazırlıkları
Erzurum'a varışımın
ilk günlerinde, Erzurum Kongresinin toplanmasını
sağlamak için gerekli önlemleri almakla uğraşmaya önem verildi.
Baylar, Vilâyatı
Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin, 3 Mart 1919 günü, bir çalışma
kurulu meydana getirilerek kurulmuş olan Erzurum şubesi, Trabzon ile
de anlaşarak 1919 yılı Temmuzunun onuncu günü Erzurum'da bir Doğu
İlleri Kongresi (Vilâyatı Şarkiye Kongresi) toplamaya
girişti. Benim, daha Amasya'da bulunduğum günlerde, Haziran içinde
doğu illerine delege göndermeleri için öneri ve çağrı mektubu
yolladı. İllerden delege getirtilmesi için, o günden başlayarak
benim Erzurum'a varışıma değin ve ondan sonra da, bu konuda
olağanüstü çaba gösterdi.
Ama, o günlerin koşulları
içinde böyle bir amacın gerçekleştirilmesindeki güçlüğün büyüklüğü,
kolaylıkla anlaşılır. Kongrenin toplanma günü olan 10
Temmuz yaklaştığı halde illerden gerekli delegeler seçilip
gönderilmiyordu.
Oysa, bu kongrenin
toplanmasını sağlamak artık pek önemli bir iş olmuştu.
Bundan dolayı, sağlam girişimler yapmamız gerekti.
İllerin her
birine bildirimler yapmakla birlikte, bir yandan da kapalı tellerle
valilere, komutanlara gereği gibi bildirimler yapıldı. Sonunda,
onüç gün gecikme ile yeterince delege toplanması başarıldı.
Baylar, ulusal çabayı
ordunun desteklemesi, askeri ve ulusal çalışmaları birbiriyle düzenli
duruma getirmek, önemli bir konu idi.
Trabzon'daki tümeni,
komutan vekili yönetiyordu. Asıl komutanı Halit Bey Bayburt'ta
gizlenmişti. Halit Bey'i gizlendiği yerden çıkarmak, iki bakımdan
gerekli idi. Biri ve en önemlisi, Ìstanbul'a çağrılmanın ve bu
çağrıya gitmemenin korkulacak, gizlenilecek nitelikte olmadığını
halka ve özellikle askerlere gösterek içgücünü (kuvvei mâneviyeyi) yükseltmek
gerekiyordu. Bir de, kıyıda önemli bir yer olan Trabzon'a dışarıdan
bir saldırı olursa oradaki tümenin başında ateşli bir
komutan bulundurmak uygun olacaktı.
Bunun için Halit
Bey'ì Erzurum'a getirttim. Ona, kendim, özel bir yönerge verdikten sonra,
gerektiğinde hemen tümenin başına geçmek üzere Maçka'da
bulunması için buyruk verdirdim.
Biz bu işlerle uğraşırken,
bir yandan da İstanbul'da Harbiye Nazırlığı makamında
bulunan Ferit Paşa'nın ve Padişahın, İstanbul'a dönmemi
sağlamak için sürüp giden aldatıcı tellerine de, türlü karşılıklar
vermekle zaman yitirmek zorunda bulunuyorduk.
Resmi
Görev ve Yetkileri Bırakarak Ulusun Sevgisine, Cömertliğine ve Yiğitliğine
Güvenmek ve Böylece Göreve Devam Etmek Kararı
Harbiye
Nazırlığı: "İstanbul'a gel" diyordu. Padişah:
"Önce hava değişimi al, Anadolu'da bir yerde otur; ama bir işe
karışma." diye başladı. Sonunda, ikisi birlikte: "İlle
gelmelisin" dedi.
"Gelemem"
dedim. En sonra, 8/9 Temmuz 1919 gecesi, Sarayla açılan bir telgraf başı
konuşması sırasında, birdenbire perde kapandı ve 8
Hazirandan 8 Temmuza değin, bir aydır süren oyun sona erdi. İstanbul,
o dakikada benim resmi görevime son vermiş oldu; ben de o dakikada, 8/9
Temmuz 1919 gecesi saat 10.50 sonrada (22.50'den sonra) Harbiye Nazırlığına,
saat 11.00 sonrada Padişaha görevimle
birlikte askerlik mesleğinden çekildiğimi bildiren telleri çekmiş
oldum.
Durumu, ordulara ve ulusa kendim bildirdim. O günden sonra
resmi
görev ve yetkiden ayrılmış olarak, yalnız ulusun sevgisine,
şefkat ve cömertliğine güvenerek onun bitmez verim ve güç kaynağından
(feyz ve kudret menbaından) esin ve kuvvet alarak vicdan görevimizi yapmaya
devam ettik.
Biz 8/9 Temmuz gecesi İstanbul ile telgraf başında
konuşurken, bunu başka dinleyenlerin ve bununla ilgilenenlerin de
bulunduğunu kestirmek güç değildir.
O günlerde ve ondan sonraki zamanlarda, en hafif deyimiyle bönlüklerini
uyanıklık ve öngörüşlülük gibi göstermeye alışmış
olanlar üzerine, bir bilgi vermiş olmak için, izin verirseniz, şu
belgeyi olduğu gibi bilginize sunmak isterim:
140-140
Konya'dan
9
Temmuz 1919
Saat:
6
Üçüncü
Ordu Müfettişliği Başyaverliğine
Telgraf ve Posta
Genel Müdürü Refik Halit Bey ile Konya Valisi Cemal Bey, 6/7 Temmuz gecesi,
telgrafla makine başında konuştular. Konuşmanın şu
yolda geçtiğini öğrendim:
"Mustafa Kemal
Paşa Hazretleri için gereken işlem yapıldı. İstanbul'a
getirilecek. Cemal Paşa Hazretleri için de işlem yapılmak üzeredir."
Konya valisi de :
"Teşekkür ederim." dediler.
Paşa
Hazretleri'ne uygun göreceğiniz biçimde bildirmenizi rica ederim.
İkinci Ordu Müfettişliği
Şifre Müdürü
Hasan
Mersinli
Cemal Paşa'nın İstanbul'a Gitmesi
Gerçekten, Konya'da bulunan
İkinci Ordu Müfettişi Cemal Paşa'nın on gün süre ile
izinli olarak İstanbul'a gittiğini dört gün önce öğrenmiş
ve şaşmıştım.
Cemal Paşa ile, Samsun'a çıktığımdan
beri, ulusal amaçları gerçekleştirmek için işbirliği
yapma, askeri ve ulusal örgütler kurma konularında yazışmamız
vardı. Kendisinden umut verici, olumlu yanıt almıştım.
Benim ile bu yolda ilişki kurmuş olan bir komutanın, kendi
kendine, izin alıp İstanbul'a gitmesi akla sığacak iş
değildi. Bunun için, 5 Temmuz 1919 günlü şifre ile Konya'da On
İkinci Kolordu Komutanı Albay Salâhattin (3. Kolordu Komutanı
olarak İstanbul'dan gelen Selâhattin Bey -Köseoğlu- başkadır.)
Bey'e şu iki maddeyi yazdım:
1- Cemal Paşa'nın
on gün için İstanbul'a gidişinin gerçek nedenini açıkça ve
tez elden bildirmenizi;
2- Sizin, her
ne olursa olsun, oradaki birliklerin başından ayrılmanız
uygun değildir. Bu konuda Fuat Paşa ile haberleşerek olabilecek
en kötü olasılığa karşı önlemler almanız
gereklidir. Her gün, durumunuz üzerine kısa bilgi vermenizi rica ederim.
Bu şifrenin örneğini o
gün Ankara'da Fuat Paşa'ya da bildirdim.
Salâhattin Bey'in Konya'dan 6/7
Temmuz günü, yani Refik Halit Bey'in Konya Valisi Cemal Bey'le telgraf başında
konuştuğu sırada, karşılık olarak çektiği
şifrede: "Cemal Paşa İstanbul'da kimi kişilerle ve
ailesiyle görüşmek üzere on gün süre ile ve kendi isteğiyle
izinli olarak İstanbul'a gitmiştir." denilmekte idi. (belge: 30,
31, 32, 33)
Cemal Paşa gitti; ama
gelemedi. Kendisini çok zaman sonra Ali Rıza
Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı
göreceğiz.
Komutayı
Bırakmamak Uğruna
Ne
yazık ki, bu durumun tanığı olan ve kendisine birliklerin başından
ayrılmaması salık verilen Salâhattin Bey'in de bir süre sonra
İstanbul'a gittiğini öğrendik. Cemal Paşa'nın gösterdiği
bu kötü örnek üzerine 7 Temmuz 1919 günü şu genel bildirimi yaptım:
1-
Bağımsızlığımızı koruma uğrunda
derlenip örgütlenmiş olan ulusal kuvvetlere hiçbir yönden karışılamaz
ve dokunulamaz. Devletin ve ulusun alın yazısında, ulusal irade
etmen ve egemendir. Ordu, bu ulusal iradeye bağlı ve onun
hizmetindedir.
2-
Müfettiş ve komutanlar, herhangi bir nedenle, komutanlıktan çıkarıldıklarında,
yerlerini alacak kişiler, işbirliği yapılacak nitelikte
olursa, komutayı bırakacaklar; ama etkili bulundukları bölgede
kalarak ulusal görevlerini yapmaya devam edeceklerdir. Olmazsa, yani bir ikinci
İzmir olayına meydan verebilecek kimseler atanırsa, komuta
kesinlikle bırakılmayacak ve bütün müfettiş ve komutanlarca, güven
ve inanın kalmadığı ileri sürülerek yapılan işlem
geri çevrilip kabul edilmeyecektir.
3-
Ülkemizi kolaylıkla ele geçirmek amacıyla, İtilaf
Devletlerince yapılan baskı sonunda, hükümet herhangi bir askeri
birliğimizi ve ulusal ve askeri örgütümüzü dağıtmak için
buyruk verirse, kabul edilmeyecek ve uygulanmayacaktır.
4-
İstek ve amacı ulusal bağımsızlığı
sağlamak olan Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak cemiyetleri ile
bunların girişimlerinin bozulup dağılmasına yol açacak
herhangi bir etkiyi ve karışmayı ordu, kesin olarak önleyecektir.
5-
Devletin ve ulusun bağımsızlığını sağlama
uğrunda bütün sivil devlet görevlileri, Müdafaai Hukuku Milliye ve
Reddi İlhak Cemiyetlerinin, ordu gibi yasal yardımcılardır.
6-
Yurdun herhangi bir bölgesine saldıran olursa bütün ulus, haklarını
savunmaya hazır bulunduğundan, bu gibi olaylar çıkınca işbirliği
için her yer birbirine en kısa zamanda haber vererek savunmada birlik sağlanacaktır.
Bu bildirim, Anadolu
ve Rumeli'de bulunan bütün ordu ve kolordu komutanlarına ve başka
gerekenlere gönderilmiştir.
Refet
Bey'in Üçüncü Kolordu Komutanlığını Bırakması
Bu genel bildirimden beş altı
gün sonra, Kavak'tan "Üçüncü Kolordu
Komutanı Refet" imzalı,
13 Temmuz 1919'da yazılmış bir şifre aldım. Tel şudur:
"İstanbul'dan
bir İngiliz gemisiyle, Harbiye Dairesi Başkanı Albay Salâhattin
Bey, beni değiştirmek üzere geldi. Benim de o gemi ile dönmemi
Harbiye Nazırlığı emrediyor. Salâhattin Bey, amaca uygun
olarak çalışacak. Genel duruma göre komutayı adı geçene bırakmayı
uygun buldum ve Harbiye Nazırlığına görevden çekildiğimi
bildirdim. Ayrıca geniş bilgi veririm. Sivas'a doğru yola çıkıyorum.
Beşinci Tümen Komutanı Arif Bey aracılığı ile
Amasya'ya yanıt veriniz."
Baylar, açıkça
söylemeliyim ki, bu tutum ve davranışı pek beğenmedim.
Refet Bey'in benimle olan işbirliği, İstanbul'ca biliniyor. Bu çalışmalardan
yana olan bir kişi, onu değiştirmeye ve hem de İngiliz
gemisiyle gelince, hemen düşünülmesi doğal olan şey, bu kişinin
İngiliz görüşüne uygun iş görebileceğine güvenilmiş
olmasıdır. Bu yargı, bir sanı niteliğinde olsa bile,
Refet Bey'in komutayı vermekte ivedi davranmaması, hiç olmazsa bizim
de düşüncemizi sorması gerekirdi.
İnanıp
komutayı verdiğine göre de, hiç olmazsa bir süre yanından ayrılmayıp
durumu ve görüşlerimizi iyice benimsetinceye dek birlikte çalışması
ve kendisi ile aramızda gerekli bağlantıyı kurduktan sonra
uzaklaşması doğru olurdu, düşüncesinde bulundum. Bununla
birlikte, olupbitti karşısında bırakılmış
olduğuma göre, iki noktada teselli aramakla yetinmek zorunda kaldım.
Birincisi, Refet Bey'in telindeki: "Salâhattin Bey amaca uygun olarak çalışacak."
cümlesi; öteki de, Refet Bey'in hiç olmazsa İstanbul'a gitmemiş
olması idi.
Bu durum üzerine:
"Komutanların İstanbul'a gitmek konusunda en küçük bir yanılmalarının
pek pahalıya mal olacağını, gene de programımızı
olduğu gibi uygulamaya devam edeceğimizi" bütün komutanlara
bildirerek hemen dikkatlerini çektim. Refet Bey'e de o gün (14 Temmuz 1919):
"Salâhattin Bey'in kararlarımızı iyi uygulayacağı,
buradaki arkadaşlar arasında pek çok duygulandırıcı ve
güçlendirici olmuştur" cümlesini de içine alan bir şifre çektirdim.
Salâhattin Bey'in
kendisine de olduğu gibi şu teli çektirdim:
14 Temmuz 1919
Amasya'da
Beşinci Tümen Komutanlığına
Refet Bey'edir: Aşağıdaki
teli uygun görürseniz Salâhattin Bey'e ulaştırınız ve
sonucunu bildiriniz.
Mustafa Kemal
Salâhattin
Beyefendi'ye: İstanbul'un kapalı çevresinden, ulusun kutlu kucağına
gelmeniz ve özverili arkadaşlarınızın dayanç (azim) ve
yurtseverlik çevresine girmeniz büyük bir sevinçle karşılandı.
Kutsal amacımızın gerçekleştirilmesi uğrunda gösterilecek
ortak çabada Tanrı hepimizi başarılı kılacaktır.
Gözlerinizden öperim. (Mustafa Kemal)
Üçüncü Ordu Müfettişliği
Kurmay Başkanı Albay
Kâzım
Salâhattin Bey üzerinde
ilk kuşkuyu gene, Salâhattin Bey'in "amaca uygun çalışacağını"
söyleyerek ona güvenen ve hemen komutayı bırakıp Sivas'a doğru
uzaklaşan Refet Bey göstermiş oldu.
Refet Bey'in
Amasya'dan çektiği bir tel, yalnız Salâhattin Bey üzerindeki kuşkuyu
değil, daha birkaç nokta ile ilgili düşünceleri de kapsıyordu.
İzin verirseniz olduğu gibi bilginize sunayım.
İvedidir.
Amasya'dan
Güvenlikle ilgilidir
15.7.1919
719
Erzurum'da
On Beşinci Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa
Hazretlerine:
Salâhattin Bey'i tanırsınız.
Birdenbire ürkmemesi gereklidir. Önce Kâzım Paşa, kutlama dolayısıyla,
yumuşak sözler kullanarak kendisiyle yazışmaya girişmelidir.
Hamit Bey'in görevden çıkarılması konusunda daha bir şey
yok. Ama yerinde bırakılması için girişimler yapıldı.
Görevden çıkarılırsa buralarda kalacağını pek
ummuyorum. Bununla birlikte, gene etki yapıyorum. Benim dönmem için
İngilizlerin hükümete baskı yapacakları kuşku götürmez.
Ben, duruma göre, gereken yollara başvurarak buralarda kalacağım.
İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalıdan anladığıma
göre, Kâzım Paşa'nın durumu da tehlikelidir. Her zaman ölçülü
davranılmasını ve durumun iyi yönetilmesini yeniden salık
veririm. (Refet)
5. Tümen Komutanı
Arif
Bu telde adı geçen
Hamit Bey, Samsun mutasarrıfı idi. Hamit Bey, Samsun'a varışımızın
ilk günlerinde Refet Bey'in, geçmişteki dostluğu dolayısıyla,
ortak amaç yolunda sonuna dek bizimle birlikte özveri ile çalışacak
nitelikte bir arkadaş olduğuna güvendiği için bana salık
verdiği ve benim Sadrazamlığa ve özel olarak, Genelkurmay Başkanı
Cevat Paşa'ya yazmam üzerine Samsun'a getirebildiğimiz kişi idi.
Böyle bir kişinin
er geç görevden çıkarılacağı kuşku götürür müydü?
Ama, Refet Bey: "Yerinde bırakılması için girişimler
yapıldı." diyor. Nereye? Kimlerin katına? Kim başvurdu?
Sonra: "Görevden çıkarılırsa buralarda kalacağını
pek ummuyorum, bununla birlikte gene de etki yapıyorum." diyor.
Nereye, İstanbul'a mı gidecek, nasıl? Bu kişi bugüne değin
bizimle çalışmıyor muydu?
Bu telinde Refet Bey,
kendisinin dönmesi için İngilizlerin hükümete baskı yapacaklarını
kesin görüyor ve duruma göre gereken yollara başvurarak buralarda kalacağını
söylüyor. Oysa durum belliydi ve yapılacak işi ben kendisine 7
Temmuz 1919 günlü genel yönergemde bildirmiştim (adı geçen yönergenin
ikinci maddesi). Ondan başka yapılacak iş yoktu.
Refet Bey, İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anlamış
ki: "Kazım Paşa'nın da durumu tehlikelidir." Bu ne
demektir? En çok sıkı durmaları gereken arkadaşların,
iyilik düşünmeyecekleri besbelli olan kimselerin sözleri üzerine
tehlike kuruntusuna kapılmaları ve bunu inançla söylemeleri neyi gösterir?
Refet Bey, telinin
sonunda, bana da ders, veriyor: "Her zaman ölçülü davranılmasını
ve işlerin iyi yönetilmesini yeniden salık veririm." diyor.
Buradaki "ölçülü
davranılması" sözünden, ne anlam çıkabileceğinin
yorumlanmasını anlayışlı kişilere bırakırım.
Bana iyi yönetimi
salık veren kişi, bu öğütlemeyi, benim verdiğim buyruk ve
yönergeyi iyi uygulayıp görevi başından ayrılmadan önce
yapmış olsaydı daha içten davranmış olurdu, sanırım.
Erzurumluların
Yardımları
Baylar, ben
askerlikten çekilince, bütün Erzurum
halkının ve Vilâyatı
Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin
Erzurum şubesinin bana karşı pek açık olarak gösterdikleri
güven ve yakınlığın bende bıraktığı
unutulmaz izlenimleri burada açıkça anmayı bir ödev sayarım.
Derneğin Erzurum
şubesinden aldığım 10 Temmuz 1919 günlü yazıda:
"Derneğin başına geçmemi ve Çalışma Kurulu Başkanlığını
kabul etmemi" öneriyorlar ve birlikte çalışmak üzere ayırdıkları
beş kişinin adlarını bildiriyorlardı.
Bu beş kişi:
Raif Efendi, Emekli Binbaşı Süleyman Bey, Emekli Binbaşı Kâzım
Bey, Albayrak Gazetesi Müdürü
Necati Bey, Dursunbeyoğlu Cevat Bey idi. Söz konusu ettiğim yazıda,
Rauf Bey'in de Çalışma Kurulu (Heyeti Faale) İkinci Başkanlığına
seçildiği bildiriliyordu. (belge: 36)
O günlerde, Erzurum
Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Raif Efendi ve üyeler Hacı
Hafız Efendi, Süleyman Bey, Maksut Bey, Mesut Bey, Necati Bey, Ahmet Bey,
Kâzım Bey ve yazman Cevat Bey idi.
Erzurum Şubesi,
İstanbul'daki Genel Merkez Başkanlığına ulaştırmaya
çalıştıkları bir telle: "Genel Merkez adına söz
söyleme yetkisinin bana verildiğinin telle bildirilmesini" de rica
ettiler. (belge: 37)
Bundan başka,
bizim Erzurum Kongresine girmemizi kolaylaştırmak için, Kongreye
Erzurum delegesi olarak seçilmiş olan Emekli Binbaşı Kâzım
ve Dursunbeyoğlu Cevat beyler delegelikten çekildiler.
Erzurum
Kongresi
Baylar, bildiğiniz gibi, Erzurum Kongresi 1919 yılı
Temmuzunun 23'üncü günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda açıldı.
İlk günü, beni
başkanlığa seçtiler. Kongre üyelerini durum ve bir ölçüde, düşünülenler üzerinde
aydınlatmak için yaptığım konuşmada:
Tarih ve olayların sürükleyişiyle, gerçekten içine düştüğümüz
kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan coşmayacak hiçbir
yurtseverin düşünülemeyeceğini belirttim. Ateşkes Anlaşması
hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırılardan ve işgalden
söz açtım.
Tarihin, bir ulusun varlığını ve hakkını
hiçbir zaman tanımazlıktan gelemeyeceğini, bunun için de
yurdumuzu, ulusumuzu kötüleyici yargıların yüzde yüz değerden
düşeceğini söyledim.
Yurt ve ulusun kutsal varlıklarını kurtarma ve
koruma konusunda son sözü söyleyecek ve bunun gereğini yaptıracak gücün,
bütün yurda bir elektrik ağı gibi yayılmış olan
ulusal akımdan doğan yiğitlik ruhu olduğunu söyledim.
İçgücünün artırılmasına yaramak üzere de bütün
zulüm görmüş ulusların, ulusal amaçlarına ulaşmak için
o günlerdeki çalışmaları üzerine, elde edilen birtakım
bilgileri özetledim.
Ve ulusun kaderinde sözünü yürütecek bir ulusal iradenin ancak
Anadolu'dan doğabileceğini belirttim ve ulusal iradeye dayanan bir
ulusal kurul meydana getirmesini ve gücünü ulusal iradeden alacak bir hükümetin
kurulmasını ilk çalışma ereği olarak gösterdim.
(belge: 38)
Erzurum
Kongresinin Bildirisi ve Kararları
Baylar,
Erzurum Kongresi
14 gün sürdü. Çalışmasının sonucu, düzenlediği tüzük
ve bu tüzüğün içindekileri herkese duyuran bildiridir.
Bu tüzük ve bildiri, o zamanın ve çevrenin gerektirdiği
ikinci derecede düşünceler çıkarılarak incelenecek olursa
birtakım köklü ve geniş kapsamlı ilkeler ve kararları
ortaya koyabiliriz.
İzin verirseniz bu ilkeleri ve kararları,
benim
daha o zaman nasıl anladığımı açıklayayım:
1-
Ulusal sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür;
birbirinden ayrılamaz (Bildiri, madde 6; Tüzük, madde 3'ün ayrıntıları;
Tüzük ve Bildirinin 1'inci maddeleri okunup incelensin).
2-
Ne türlü olursa olsun, yabancıların topraklarımıza
girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve
Osmanlı Hükümetinin dağılması durumunda ulus, birlikte
direnecek ve savunacaktır (Tüzük, madde 2 ve 3; Bildiri, madde 3).
3-
Yurdun ve bağımsızlığın korunmasına ve
güvenliğinin sağlanmasına İstanbul Hükümetinin gücü
yetmezse, amacı gerçekleştirmek için, geçici bir hükümet
kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri ulusal kongrece seçileceklerdir.
Kongre toplanmamışsa bu seçimi Heyeti Temsiliye (Temsilciler Kurulu)
yapacaktır (Tüzük, madde 4; Bildiri, madde 4).
4-
Kuvayi Milliye'yi (Ulusal Kuvvetler) etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak
temel ilkedir (Bildiri, madde 3).
5-
Hıristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal
dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez (Bildiri, madde 4).
6-
Yabancı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu kabul olunamaz
(Bildiri, madde 7).
7-
Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin
Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır
(Bildiri, madde 8).
Bu ilke ve kararlar,
türlü türlü yorumlanmışsa da, temel nitelikleri hiç değiştirilmeksizin
uygulanabilmiştir.
Baylar, biz Kongrede
özetlediğim bu kararları ve bu ilkeleri saptamaya çalışırken,
Sadrazam Ferit Paşa da ajanslarla birtakım demeçler yayımlıyordu.
Bu demeçlere "Sadrazamın ulusu curnal etmesi" dense yeridir. 23
Temmuz 1919 günlü ajansla, dünyaya şunu duyuruyordu: "Anadolu'da
karışıklık çıktı. Anayasaya aykırı
olarak Millet Meclisi adı altında toplantılar yapılıyor.
Bu işlerin sivil ve askeri görevlilerce yasak edilmesi gerekir."
Buna karşı
gereken önlem alındı ve Meclisi Mebusan'ın toplantıya çağırılması
istendi. (belge: 39)
Ağustosun
yedinci günü kongre toplantısını kapatırken, kongre üyelerine:
"Önemli
kararlar alındığını ve bütün dünyaya ulusumuzun varlık
ve birliğinin gösterildiğini" söyledim ve:
"Tarih, bu
Kongremizi çok az görülebilen büyük bir eser olarak yazacaktır."
dedim. (belge: 40)
Sözlerimin yersiz
olmadığını zaman ve olayların tanıtladığı
kanısındayım, baylar.
Erzurum Kongresi, tüzük
gereğince, bir Heyeti Temsiliye seçmişti.
Cemiyetler Kanunu'na
uyularak verilmesi gereken dilekçe yerine Erzurum Valiliği katına
sunulan 24 Ağustos 1919 günlü bildiride, Heyeti Temsiliye üyelerinin
adları ve kimlikleri şöylece gösterilmişti:
Mustafa Kemal
Eski Üçüncü Ordu Müfettişi, askerlikten çekilmiş
Rauf Bey
Eski Bahriye Nazırı (Donanma Bakanı)
Raif Efendi
Eski Erzurum Milletvekili
İzzet Bey
Eski Trabzon Milletvekili
Servet Bey
Eski Trabzon Milletvekili
Şeyh Fevzi Efendi
Erzincan'da Nakşî Şeyhi
Bekir Sami Bey
Eski Beyrut Valisi
Sadullah Efendi
Eski Bitlis Milletvekili
Hacı Musa Bey
Mutki Aşiret Başkanı.
(belge: 41)
Baylar, yeri gelmişken
şunu bilginize sunayım ki, bu kişiler hiçbir zaman bir araya
gelip birlikte çalışmış değildir. Bunlardan İzzet,
Servet ve Hacı Musa beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir.
Raif ve Şeyh Fevzi efendiler, Sivas Kongresine katılmışlar
ve ondan sonra biri Erzurum'a, öteki Erzincan'a dönerek bir daha aramıza
katılmamışlardır. Rauf Bey ve
Sivas Kongresinde aramıza katılan Bekir Sami Bey,
İstanbul'daki Meclisi Mebusan'a gidinceye dek, bizimle birlikte bulunmuşlardır.
Erzurum
Kongresinde Görülen Duraksamalar
Baylar, söz arasında küçük
bir noktaya da dokunmak isterim. Benim, bu Erzurum Kongresine üye olarak girip
girmemekliğim düşünülmeğe değer görüldüğü gibi,
Kongreye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım
üzerinde duraksayanlar bulunmuştur. Bu duraksayanlardan kimilerinin düşüncelerini
iyi niyetlerine ve içtenliklerine yormakla birlikte, başka birtakım
kimselerin bu konuda içtenlikten büsbütün uzak olduklarına, tersine kötülük
amacı güttüklerine daha o zaman kuşkum kalmamıştı. Örneğin
düşman casusu olup her nasılsa Trabzon ili içinde bir yerden kendini
Kongreye delege göstertip gelen Ömer Fevzi Bey ve bunun arkadaşları
gibi. Bu kişinin hainliği, sonradan Trabzon'daki ve oradan kaçtıktan
sonra İstanbul'daki işleri ve davranışlarıyla kesin
olarak anlaşılmıştır.
Kongrenin bitiminden iki üç gün
önce başka bir tartışma da söz konusu olmaya başlamıştı.
Bazı yakın arkadaşlarım, benim Heyeti Temsiliye'ye girip açık
olarak çalışmamı sakıncalı görüyorlardı. Düşünceleri
şu noktalarda özetlenebilir: "Ulusal girişim ve çalışmaların
bütün anlamıyla ulustan doğduğunu, gerçekten ulusal olduğunu
göstermek gerekir. Böyle olursa, girişimler daha güçlenir ve kimsenin kötü
yorumuna ve özellikle yabancıların olumsuz düşüncelerine yer
kalmaz. Ama, tanınmış ve hele İstanbul Hükümetine ve
halifelik ve padişahlığa karşı başkaldıran
biri durumuna düşmüş; saldırı noktası olan benim gibi
bir adamın, bütün bu ulusal girişimlerin başında bulunduğu
görülürse, çalışmaların ulusal amaçlar yolunda olmaktan çok
özel istekleri gerçekleştirmek için olduğu kanısına yol açabilir.
Bunun için, Heyeti Temsiliye üyeleri, illerle bağımsız
sancakların seçeceği kişiler olmalıdır. Ancak böylelikle,
ulusal bir güç gösterilebilir."
Bu düşüncelerin ne derece
yerinde olup olmadığını araştıracak değilim.
Yalnız benim de, bu düşüncelere karşı olan düşüncelerimin
dayanak noktalarından bazılarını sayayım: Her şeyden
önce ben, ne olursa olsun, Kongreye katılmalı ve onu yönetmeliydim.
Çünkü, zaman geçirmeksizin ulusal iradenin işler duruma getirilmesini
ve ulusun kendi başına silahlı ve eylemli olarak önlemler almaya
başlamasını sağlamak zorunluğuna inanıyordum. Bu
temel ilkeleri benimsetip karara bağlatabilmek için, Kongrede çalışmayı
ve yönetici olarak üyeleri aydınlatmayı çok gerekli görüyordum.
Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresinin, daha önce açıkladığım
ilke ve kararlarını herhangi bir temsilciler kurulunun uygulatabileceğine
benim güvenim olmadığını açıkça söylemeliydim.
Nitekim zaman ve olaylar beni doğrulamıştır. Bundan başka,
daha Amasya'da iken karar verdiğim ve bütün ulusa her türlü araçlarla
duyurttuğum Sivas Genel Kongresi'nin toplanmasını sağlamak;
bütün ulusu ve yurdu tek bir kurulla temsil etmek; sonra, yalnız doğu
illerini değil, yurdun bütün parçalarını aynı dikkat ve
duyarlıkla savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak gibi
işleri, herhangi bir kurulun başarabileceği kanısında
olmadığımı açıkça söylemek zorundaydım. Çünkü,
bende böyle bir kanı bulunsaydı, işe giriştiğim güne
dek, bu konuda girişim yapan ve uğraşanların çalışma
sonuçlarını bekleyerek görevimden çekilmemek yolunu tutardım.
Hükümete, Padişah ve Halifeye karşı başkaldırmayı
gerekli görmezdim. Tersine, ben de bazı iki yüzlü ve iki yanlılar
gibi dış görünüşü pek parlak ve gösterişli olan, o günün
ordu müfettişliğini ve Padişah Hazretlerinin yaverliği sanını
elden bırakmazdım. Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve
bütün ulusal ve askeri hareketlerin başına geçmemde kuşkusuz,
sakınca vardı. Ama o sakınca, başarısızlığa
uğradığımda herkesten önce ve herkesten çok benim en büyük
cezaya çarptırılmamdan başka bir şey olabilir miydi? Oysa,
bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm kalımı söz konusu olurken
"yurtseverim" diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerine
yer var mıdır?
Baylar, ben, kimi arkadaşlarca
ileri sürülen düşünce ve kuruntulara uysaydım, iki bakımdan büyük
sakıncalar doğacaktı. Birincisi, düşüncelerimde, kararlarımda
ve bütün kişiliğimde yersizlik ve yetersizlik olduğunu açığa
vurmak, ki bu davranış, benim vicdan buyruğu ile üzerime aldığım
görev bakımından düzeltilemeyecek bir yanlış olurdu.
Baylar, tarih, söz götürmez
bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için
yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı
çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde,
bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı
bir sırada, "yurtseverim" diyen bin bir çeşit kişinin,
bin bir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı
bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve erkli kişilerin
sözlerine uyma zorunluğuna inanmakla; sağlam, esaslı ve özellikle
sert yürünebilir mi ve en sonunda ulaşılması çok güç olan
hedefe varılabilir mi? Tarihte buna ulaşmış bir topluluk gösterilebilir
mi? İkincisi, baylar, ulus, ülke, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç
bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş
gelişigüzel kişilerden, örneğin, Erzincan'lı bir Nakşî
Şeyhi ve Mutki'li bir aşiret başkanı gibi zavallılardan
da kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev
bırakılabilir miydi? Bırakıldığında
"yurdu ve ulusu kurtaracağız" dediğimiz zaman, ulusu ve
kendimizi aldatmış olmak gibi kötü bir yanılgıya düşmeyecek
miydik? Bu nitelikte bir kurula, perde arkasından yardım edilebileceği
düşünülürse bile bu yöntem, güvenilir sayılabilir miydi?
Bu söylediklerimin, o günlerde
değilse bile, artık bugün bütün dünyaca ret edilemeyecek gerçeklerden
olduğuna hiç kuşkum yoktur. Bununla birlikte, ben bu söylediklerimi
o günlerden kalma bazı anılar ve belgelerle burada doğrulamayı,
gelecek kuşakların siyasal ve toplumsal eğitimi bakımından
ödev sayarım.
Bu dakikaya kadar olduğu
gibi, buradan sonra da sözünü edeceğim olaylar dolayısıyla, bu
yön kendiliğinden aydınlanmaya başlayacaktır.
Baylar, Erzurum Kongresinin
bitiminde, Ferit Paşa'dan sonra Harbiye Nazırlığına
yeni geldiği anlaşılan bir Nâzım Paşa imzasıyla,
On Beşinci Kolordu Komutanlığına 30 Temmuz 1919 günlü
şöyle bir buyruk geldi:
"Mustafa
Kemal Paşa ile Refet Bey'in Hükümet kararlarına karşı
gelmelerinden ötürü hemen yakalanarak İstanbul'a gönderilmeleri Babıâlice
uygun görülüp ilgili görevlilere gerekli buyruklar verildiğinden,
kolorduca önemle yardım edilmesi ve sonucundan bilgi verilmesi rica
olunur."
Bu buyruğa, Kolordu Komutanlığınca
gereği gibi yanıt verildi. Bu yanıtı, öteki komutanlara da,
olduğu gibi gönderterek dikkatlerini çektirdim.
Kongre bildirisi, yurt içinde
her yere ve yabancı devlet temsilcilerine türlü yollarla bildirildi. Tüzük
de komutanlara ve başka güvenilir makamlara şifre ile bölüm bölüm
verilerek bulundukları yerlerde basılıp, çoğaltılmasının
ve yayımının sağlanmasına çalışıldı.
Bu iş, doğal olarak günlerce sürdü. Bununla ilgili olarak Sivas'ta
Üçüncü Kolordu Komutanı Salâhattin Bey'den aldığım, 22
Ağustos 1919 günlü bir telde: "Tüzüğün ikinci ve dördüncü
maddelerinin yayımını sakıncalı bulduğu, bir kez
daha incelenmesi gereği" bildiriliyordu. (belge: 42)
İkinci madde; Birlik olarak
savunma ve direnme ilkesinin kabul edildiğine;
Dördüncü madde; Geçici yönetim
kurulabileceğine ilişkin maddelerdir.
Karakol
Cemiyeti
Biz, Erzurum'da kongre kararlarının
her yerde anlaşılmasını ve birlikte uygulanmasını
sağlamaya çalışırken "Karakol
Cemiyetinin Teşkilâtı
Umumiye Nizamnamesi (Karakol Derneğinin Genel Kuruluş Tüzüğü)"
ve "Karakol Cemiyeti Vezaifi Umumiye Talimatnamesi (Karakol Derneğinin
Genel Görev Yönetmeliği)" diye basılı birtakım kâğıtların
bütün orduya, komutan, subay, herkese dağıtıldığı
bildirildi.
Bu yönetmeliği
okuyan bana en yakın komutanlar bile, bu işi benim yaptığımı
sanarak iyiden iyiye kuşku ve duraksamalara düşmüşler. Benim,
bir yandan kongrelerle açık olarak ulusal ortak çalışmalar
yaparken, bir yandan da gizemli ve korkunç bir komite kurmakla uğraştığım
sanısına kapılmışlar. Gerçi, bu işleri ve girişimleri
yapanlar İstanbul'da bulunuyorlarmış; ama, her şeyi benim adıma
ve hesabıma yapmakta imişler.
Karakol Cemiyetinin
genel örgüt tüzüğüne göre, genel merkez üyeleri ve sayıları,
toplanma yerleri ve nasıl toplandıkları, nasıl seçilip görevlendirildikleri
kesin olarak gizli ve saklı tutulur. Bir de, en ufak bir gizi açığa
vuran ya da Karakol Cemiyetine tehlike getiren, dahası, tehlike getirici
bir kuşku uyandıran, hemen idam olunur.
Genel Görevler Yönetmeliğinde
de, "bir ulusal ordu"dan söz ediliyor ve: "Bu ordunun başkomutanı
ve genelkurmay başkanı, ordu, kolordu ve tümen komutanları ve
kurmayları seçilmiş ve atanmış olup gizli ve saklı
tutulur, Bunlar, görevlerini gizli olarak yaparlar." deniliyor.
Baylar, hemen
komutanları uyardım; bu tüzük ve yönetmelik hükümlerini
kesinlikle uygulamamaları gerektiğini ve bu girişimin kaynağını
araştırmakta olduğumu bildirdim.
Sivas'a varışımdan
sonra, oraya gelen Kara Vâsıf Bey'den anladım ki, bu işi yapan
kendisi ve bazı arkadaşları imiş.
Kesinlikle böyle bir
davranış doğru değildi. Herkesi idamla korkutarak,
bilinmeyen bir merkezin, bilinmeyen bir başkomutanın, bilinmeyen
birtakım komutanların buyruklarına uymaya zorlamak çok tehlikeli
idi. Gerçekten, orduda görevli herkeste hemen birbirlerine karşı güvensizlik
ve bir korku başladı. Örneğin, herhangi bir kolordu komutanının:
"Benim komutam altındaki kolordunun acaba saklı ve gizli komutanı
kimdir? Bu gizli komutan acaba ne zaman ve nasıl komutanlığı
ele alacak ve acaba bana karşı nasıl davranacak?" gibi haklı
birtakım kuruntulara kapılması beklenilmez değildi.
Sivas'ta Kara Vâsıf Bey'e, gizli merkezin, gizli başkomutanın ve gizli genelkurmay başkanının kimler olduğunu sorduğum zaman: "Hepsi siz ve arkadaşlarınızdır" yanıtını vermişti. Bu, beni büsbütün şaşırtmıştı. Bu karşılık, elbette akla ve mantığa uygun olamazdı. Çünkü, hiç kimse bana böyle bir düzen ve kuruluştan söz açmış ve benden bu iş için izin almış değildi
Bu derneğin daha
sonra, özellikle İstanbul'da, bu ad altında çalışmasını
sürdürmeye çabaladığı anlaşıldığına göre,
iyi niyetle kurulduğu ve sıkışınca bize vermek zorunda
kaldıkları bilgilerin doğruluğu ileri sürülemez.
Bir
İş Göremeden Avrupa'dan Dönen Ferit Paşa'ya Çektiğim
Şifre
İstanbul Hükümetini ulusal
girişimleri önlemekten caydırmak, başarıyı çabuklaştırmaya
ve kolaylaştırmaya yarayacağı için önemliydi. Bu düşünceyle,
Ferit Paşa'nın
elbette hiçbir başarı sağlamadan hemen hemen onuru kırılmış
bir durumda, İstanbul'a dönüşünden yararlanarak, kendisine 16 Ağustos
1919 günü bir şifre tel yazdım.
Bu telde başlıca şu cümleler vardı:
bölüşmek ve
devletimizi ortadan kaldırmak düşüncesini bu denli açık ve
onur kırıcı olarak gösteren bir anlatış karşısında
titremeyecek duygulu bir kişi düşünemem. Tanrı'ya binlerce
şükürler olsun ki, ulusumuz, ruhundaki dayanç ve yiğitlikle tarih
boyunca sürüp gelen hayat ve varlığını ne alınyazısına
bırakacak, ne de böyle cellatça yargılara kurban edecektir.
Şimdi iyice inanıyorum
ki, yüksek kişiliğiniz de bugünkü genel durumu ve devlet ve ulusun
gerçek yararlarını üç ay önceki gözlerle görmüyordur.
Bütün dilekler
şu noktada toplanmıştır: Hükümet, yasal (meşru)
olan ulusal akıma karşı gelmekten vazgeçerek Kuvayi Milliye'ye
dayansın ve her türlü girişiminde ulusun isteklerini önder bilsin!
Sivas
Kongresi Hazırlıkları
Baylar, Sivas'ta toplanmasını
sağlamaya çalıştığımız Kongreye her yerden
delege seçtirmek ve onların Sivas'a gelmelerini sağlamak için,
Amasya'da başlamış olan çalışma ve yazışmalar
daha sürüp gidiyordu. Bütün komutanlar ve her yerde birçok yurtseverler,
olağanüstü çaba gösteriyorlardı. Fakat yine her yerde olumsuz ve
aleyhte propagandalar ve özellikle İstanbul Hükümetinin engelleyici önlemleri
işi zorlaştırıyordu.
Bazı yerlerden, hem delege
seçmiyorlar, hem de halkın içgücünü kıracak ve herkesi umutsuzluğa
sürükleyecek karşılıklar veriyorlar. Örneğin, Yirminci
Kolordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey'in
İstanbul'dan alınan bilgileri kapsayan 9 Ağustos 1919 günlü
şifresinde şu maddeler ilgi çekici görüldü:
1-
İstanbul delege göndermiyor. Orada yapılan işleri uygun görmekle
birlikte, atılgan bir duruma girmek istemiyor.
2-
İstanbul'dan delege göndermek olanak dışındadır.
Önerilen kişiler, orada verimli, başarılı iş göreceklerine
güvenemediklerinden, boşuna para harcamamak ve yolculuk sıkıntıları
çekmemek için yola çıkmıyorlar.
(Bilindiği gibi bazı kişileri
özel mektupla da çağırmıştık.)
Biz, dört bir bucaktan delege seçtirmek
ve göndertmekte karşılaşılan güçlükleri yenmeye çalışırken,
öte yandan kongre için en güvenilir yer olarak seçtiğimiz Sivas'ta da
bir telaş ve heyecan başladı.
Baylar, burada sırası
gelmişken söyleyeyim ki, ben Sivas'ı gerçekten her yönden güvenilir
saymış olmakla birlikte, daha Amasya'da iken Sivas'a gelen bütün
yolar üzerinde uzaktan ve yakından her türlü askeri önlem ve düzeni
aldırmayı da uygun bulmuştum.
Sivas
Valisinin Kaygıları
Sivas'taki heyecan şöylece
anlaşıldı. 20 Ağustos günü öğleyin Sivas'taki Vali Reşit
Paşa'nın istemesiyle telgraf
başına çağırıldığım zaman, paşanın
uzun bir teli veriliyordu. O tel şudur:
Erzurum'da
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
İlkin, sizi
rahatsız ettiğimden dolayı beni bağışlamanızı
diler, sağlığınızı sorarım. Ne iş için
rahatsız ettiğimi aşağıda bildiriyor ve açıklıyorum
efendim. Görünüşte, Fransızlara ait kurumları teslim almak,
gerçekte buraların durumu üzerinde incelemeler yapmak için, Cizvit
papazları ile birlikte önceki gün İstanbul'dan Sivas'a gelerek
valilik katını ziyaret eden Fransız subaylarının bu
ziyaretlerine karşılık dün sabah yanlarına gitmiştim.
Ziyaret ve konuşmanın sonunda orada bulunan Fransız binbaşılarından
Jandarma Müfettişi Bay Brüno (Brunot), biraz özel görüşmek istediğini
söyleyerek beni başka bir odaya aldı. Söylediği sözleri olduğu
gibi aktarıyorum:
"Mustafa Kemal
Paşa ile Kongre üyelerinin Sivas'a gelip burada bir kongre yapacaklarını
işittim. Bunu İstanbul'dan gelen Fransız subayları söylediler.
Sizinle böylesine içtenlikle konuşur ve kişiliğinize karşı
pek çok saygı beslerken bu işi benden saklamanıza çok üzüldüm."
dedi. Ben de gereken karşılığı vererek kendisini inandırmaya
çalıştımsa da son söz olarak: "Eğer Mustafa Kema1 Paşa
Sivas'a gelir ve burada kongre toplamaya kalkışırsa beş on gün
içinde buraların işgalinin kararlaştırıldığını
kesin olarak biliyorum. Sizin kişiliğinize beslediğim saygı
dolayısıyla bunu haber veriyorum. İnanmazsanız, iş olup
bittikten sonra inanırsınız. O vakit yurdunuzu uçuruma sürükleyenler
arasına siz de girmiş olursunuz." sözlerini söyledi. Dahiliye
Nazırlığından dün aldığım şifre tel de,
başka türlü yazılmakla birlikte gene bu kanıyı uyandıracak
nitelikte idi. Yeni gelen Fransız subaylarından biri dün Kolordu
Komutanı ile uzun uzadıya görüşerek kongre konusunda Komutan
Beyefendinin düşüncesini anlamaya çalıştığı
gibi, bu sabah da Bay Brüno bana gelerek, alafranga saat üçte, öbür Fransız
subaylarıyla birlikte kongre üzerine görüşüleceğini, ama
kendisinin aradaki dostluk dolayısıyla daha önce benimle ayrı görüşmek
istediğini bildirdi. Bir süre konuşulduktan sonra sonuç olarak
şunu da söyledi: "Ben dünden beri bu iş üzerinde pek çok düşündüm.
Sonunda şuna karar verdim ki, eğer Mustafa Kemal Paşa ile Kongre
üyeleri, Sivas Kongresinde İtilâf Devletlerine karşı kışkırtıcı
davranışlarda bulunmazlar ve onlar için saldırgan bir dil
kullanmazlarsa kongrenin toplanmasında hiçbir sakınca yoktur. Ben
kendim General Franşe Despere'ye (Faranchet d'Esperey) yazar, Mustafa Kema1
Paşa için çıkarılan tutuklama buyruğunu geri aldırır
ve kongrenin toplanmasına engel olunmaması için Dahiliye Nazırlığından
size buyruk göndertirim. Fakat şu koşulla ki, siz de benden hiçbir
şey saklamayacaksınız ve içten dostluğumuzu gözeterek
birbirimize karşı hep açık bir dil kullanacağız. Yalnız
kongrenin toplanacağı günü öğrenmek gerekir" dedi. Ben de
kendisine bu konuda kesin bir şey bilmediğimi ve öğrendiğimde
kendisine bildireceğimi ve aradaki dostluk dolayısıyla hiçbir
şeyi saklamayacağımı söyledim. Binbaşının işgal
konusunda dünkü kesin sözlerine karşın bugünkü yumuşaklığının
nedenini, en ince ayrıntıları kavrayan yüksek görüşlerinize
sunmayı ödev bilir ve bu konuda sözü uzatmayı gereksiz sayarım.
Açıkça anlaşıyor ki, bunların düşüncesi kongreyi
Sivas'ta toplatmaya yanaşmış görünerek, kongrenin yüce üyeleriyle
(heyet-i kiramıyla) sizi burada toplamak ve el altından hazırlıkta
bulunarak bütün arkadaşları ele geçirmekten ve hem de işgali
olupbittiye getirmekten başka bir şey değildir. Dün akşam
Dahiliye Nazırlığından aldığım şifre tel
de, başka biçimde yazılmış olmakla birlikte, aşağı
yukarı gene bu nitelikteydi. İşte ben her gerçeği, saklı
tutulmak ricasıyla sizlerin bilginize sunuyorum. Bundan sonra tutulacak
yolun çizilmesi size düşer. Düzenli dolaplı bir tehlikenin bu denli
yakın ve sanki elle tutulacak kadar görünmekte olduğunu bilip
dururken, durumu size (zâtı âlilerine) bildirmemeyi ve sonuç
olarak Sivas'ta kongre toplamaktan vazgeçilmesini önermemeyi vicdanıma sığdıramadım.
İşte bunun için sizden (zâtı devletlerinden) ve orada
bulunan öbür yüksek arkadaşlardan pek çok rica ederim ki, ikinci bir
kongrenin toplanmasına kesin gereklik yoksa vazgeçilsin. Gereklik varsa, dört
yandan ele geçirilmesi pek kolay olan Sivas'ın toplantı merkezi olmasından
vazgeçilerek, düşmanın kolayca işgal olasılığı
pek uzak olan Erzurum'da ya da uygun görülürse Erzincan'da toplanma yoluna
gidilmesini yurdun esenliği adına çok rica ederim. Kolordu Komutanı
Salâhattin Beyefendi de, bu konudaki görüşlerini ayrıca Kâzım
Paşa Hazretleri aracılığıyla size yazacaklardır.
Şimdi yanımda bulunan eski Sivas milletvekili Rasim Bey de eski
Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi Hazretlerine bu konudaki bilgi ve düşüncesini
kapsayan bir tel çekecektir. Elbette okuduktan sonra Hoca Raif Efendi
Hazretlerinin Ilıca'dan dönüşünde kendilerine yollamak iyiliğinde
bulunursunuz. İşte efendim, durum böyledir. Söz götürmez
yurtseverliğinize karşı sizi daha çok rahatsız etmekten çekinir
ve karşılık olarak göndereceğiniz buyruğunuzu
beklerim, efendim. İşte Rasim Bey'in teli.
Reşit
Bu tele orada verdiğim
yanıtı olduğu gibi bilginize sunacağım. Ertesi gün,
Heyeti Temsiliye adına da aynı anlamda uzun bir tel çekilerek yatıştırmaya
ve inandırmaya çalışıldı. (belge: 43) Ayrıca,
Kadı Hasbi Efendi'ye de aracılı bir tel çekildi. (belge: 44) Kolordu
Komutanına da gerektiği gibi yazıldı. (belge: 45) Rasim
Bey'e de, gönlünün rahatlaması için, kendim yazdım. (belge: 46)
20 Ağustos 1919
saat: 1 sonra
Sivas
Valisi Reşit Paşa Hazretleri'ne
Verdiğiniz
bilgiye ve yüksek görüşlerinize özellikle teşekkürlerimi sunarım.
Bay Brüno ve arkadaşlarının gözdağı vermek için söylediklerini
yüzde yüz kurusıkı sayarım. Sivas Kongresinin toplanması
yeni bir şey olmayıp aylardan beri dünyaca bilinen bir iştir.
Tuhaftır ki, İstanbul'da bulunan yetkili Fransız siyasa adamlarının
da bana gönderdikleri haberler, Anadolu'da ulusça girişilen işlerin
pek haklı ve yasal olduğu ve ulusumuzun istekleri kendilerine açıkça
bildirilirse iyi karşılayacaklarını ve uygulanmasını
üzerine alacaklarını gösterir yazılı güvenceyi şimdiden
vermeye hazır oldukları yolundadır. Bay Brüno'nun ikinci görüşmede
ağız değiştirmesi ve yumuşaması bizleri kazanmak için
olsa gerektir. Binbaşı Brüno'nun dediği gibi, Fransızların
beş on günde Sivas'a girmeleri o kadar kolay bir şey değildir.
Şunu hatırlamanız gerekir ki, İngilizler bu konuda gözdağı
vermekte daha ileri giderek Batum'daki askerlerinin Samsun'a çıkarılmasına
karar verdiler ve dahası, özellikle beni korkutmak için, bir tabur da çıkardılar.
Ama bu çıkarmaya karşı, ulusun güçlü bir dayanç ve inan ve
ateşle karşı koyacağı gerçeği kendilerince anlaşıldıktan
sonra hem kararlarından dönmek, hem de Samsun'a çıkarmış
oldukları askerleriyle birlikte orada bulunan taburu alıp götürmek
zorunda kalmışlardır. Sivas Kongresinde görüşülecek
konularda, Erzurum Kongresi Bildirisinden kolayca anlaşılacağı
üzere, İtilâf Devletlerine karşı kışkırtmalarda
bulunmak gibi amaçlar güden hiçbir yön kesinlikle yoktur. Burada şunu
da bilginize sunayım ki, ben ne Fransızların ne de herhangi bir
yabancı devletin yardımlarına gönül indirecek kimselerden değilim.
Benim için en büyük barınma yeri ve yardım kaynağı
ulusumun kucağıdır. Kongrenin gerekliği, zamanı ve
toplantı yeri üzerine etki yapacak bir davranış, benim kendi
kararımın çok üstünde geçerliği bulunan ulus kararına bağlıdır.
Yalnız, düşündüğünüz gibi Fransızların, kongre üyelerinin
Sivas'ta toplanmasını ister görünerek, sonradan bu üyeleri ele geçirebilmesi
bence çok uzak kuruntulardandır. Bütün bu sözlerimi, olduğu gibi
Bay Brüno'ya söylemenizde de hiçbir sakınca görmüyorum. Böylece,
ulusumuzun, haklarını korumak ve bağımsızlığını
savunmak için Erzurum Kongresi Bildirisiyle bütün dünyaya olduğu gibi
kendilerinin İstanbul'daki siyasal temsilcilerine de bildirmiş olduğu
temel kararları uygulamaktan çekinmeye hiçbir şekilde yer olmadığı
Bay Brüno'ya ve arkadaşlarına anlatılmış olur. Bay Brüno
bilmelidir ki, Fransızların Sivas'ı işgale karar vermeleri,
kendilerine pek pahalıya mal olabilecek yeni kuvvetlerle ve çok paralarla
yeni bir savaşa karar vermelerine bağlıdır. Böyle bir kararı
Jandarma Binbaşısı Bay Brüno ile arkadaşları düşünseler
bile, Fransız ulusunun böyle bir karara uyabileceği sanılamaz.
Milletvekili Rasim
Bey'in Raif Efendi Hazretlerine olan telyazısını okudum. Korkmaya
yer olmadığının kendilerine lütfen duyrulmasını
rica ederim.
Gerek bana ulaştırdığınız
bilgi ve düşüncelerinizi, gerekse Rasim Bey'in telyazını Heyeti
Temsiliye'ye olduğu gibi sunacağım. Bundan dolayı, Sivas
Kongresi ile ilgili kesin karar, ancak Heyeti Temsiliye'nin görüşmeleri
sonunda belli olacaktır. Alınacak karar elbette size bildirilecektir.
Yalnız bugün için ricam, Brüno'nun gözdağı verdiğini
halka duyurmamanız, böylece içgücünün kırılmasını
önlemenizdir. Saygılarımın kabulünü, Salâhattin ve Refet
beyefendilere de selamımın ulaştırılmasını
rica ederim saygıdeğer Paşa Hazretleri.
Mustafa Kemal
Verilen yanıt üzerine
Reşit Paşa'dan alınan ikinci tel:
Ben anlayabildiğim
kadarını sizlerin bilginize sunmakla vicdan ödevimi yerine getirmiş
oluyorum. İstanbul'daki Fransız siyasa adamlarının görüşlerini
ve size verdikleri sözlere güvenilip güvenilemeyeceğini kestiremem. Söz
götürmez yurtseverliğiniz açısından yurdun esenliği söz
konusu olduğuna göre, iyice düşünerek gereken yolun tutulması
sizlerle, yüce Kongre üyelerinden orada bulunan saygıdeğer kişilere
düşer. Buyruklarınızı yerine getireceğimi bildirir,
saygılarımı sunarım efendim.
Reşit
Baylar, Diyarbakır
ve Bitlis dolaylarındaki halkı aydınlatmak düşüncesiyle,
oralarda ordu komutanı olarak bulunduğum sıralarda kendileriyle
tanıştığım birtakım ileri gelen kişilere özel
mektuplar yazdım ve Van, Bayazıt çevrelerinde bulunan bazı aşiret
başkanlarıyla da bağlantı ve ilişki kurdum (belge: 47,
48, 49, 50, 51, 52, 53).
Erzurum'dan
Ayrılma Gereği
Daha sonra baylar, Ağustos içinde
her yerde birtakım delegelerin Sivas'a yollandıkları ve
kimilerinin de Sivas'a varmaya başladıkları anlaşıldı.
Sivas'a varan delegeler bizim ne zaman yola çıkacağımızı
sormaya başladılar.
Artık Erzurum'dan ayrılmak
gerekiyordu. Ama, şimdiye değin verdiğim bilgiden anlaşılmıştır
ki, Sivas Kongresi doğu ve batı illerinin ve Trakya'nın, yani bütün
ülkenin birliğini sağlamak amacını güdüyordu. Bunun için,
bu kongrede doğu illeri delegelerinin bulunması gerekirdi. Bu illerden
Sivas Kongresi için delegeler seçtirmeye kalkışmak elverişli
olmayan bir düşünceydi. Erzurum Kongresinde bulunan delegelerin de
Sivas'a götürülmeye kalkışılamayacağı da anlaşılıyordu.
Kaldı ki, geldikleri yerlerden Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku
adına yetki almış olan bu delegelerin daha genel bir amaca ilişkin
yetkileri de yoktu. Gene bu nedenle, Erzurum Kongresinin Sivas Kongresine doğu
illeri adına bir delege topluluğu göndermeye yetkisi olmayacağı
da ortada idi.
Yeniden delege seçtirmeye kalkışmak
ne ölçüde işe yaramaz idiyse, birtakım kuramsal düşüncelerin
çerçevesi içinde sıkışıp kalmak da o ölçüde işe
yaramazdı.
En kolay ve çıkar yol, Vilâyatı
Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesini Sivas'a götürüp
kongreye katmaktı.
Üyelerden Mutki aşireti başkanının,
Mutki dağlarından dışarı çıkmaktan korktuğunu
ben kendim bilirdim. Siirt Milletvekili Sadullah Bey ortada yok.
Servet ve İzzet Beyler,
kongre biter bitmez birer özür bildirerek Trabzon'a gitmiş bulunuyorlar.
Erzurum'da Rauf Bey ve Raif
Efendi var. Raif Efendi de özür bildiriyor.
Yolumuzda, Erzincan'da Şeyh
Fevzi Efendi'yi bulabileceğiz.
Servet ve İzzet Beyleri çağırdım;
gelmediler. Raif Efendi'ye bizimle gelmesi için rica ettik, kabul etti.
Sonunda, Heyeti Temsiliye üyesi
olarak, Erzurum'dan üç kişi, Erzincan'dan bir kişi ve Sivas'ta bulduğumuz
Bekir Sami Beyle beş kişi olduk ve Sivas Kongresini meydana getiren
delegelerin belgelerini incelemek gereği duyulduğu zaman, ben, orada
şöyle bir belge yazdım ve altını Heyeti Temsiliye mühürü
ile mühürledim.
Heyeti Temsiliye'den:
Mustafa Kemal Paşa
Rauf Bey
Din bilginlerinden (ulema) Raif
Efendi
Şeyh Fevzi Efendi
Bekir Sami Bey
Yukarıda adları yazılı
kişiler, Doğu Anadolu adına Sivas Kongresinde bulunmak üzere
Erzurum Kongresince görevlendirilmişlerdir.
Mühür
Baylar, Erzurum'dan çıktığımız
gün, 29 Ağustos 1919' dur.
Sivas
Yolunda
Amasya'dan Erzurum'a gelirken
Sivas'ta küçük bir öyküye konu olan olayı unutmamışsınızdır.
Tuhaftır ki, Erzurum'dan Sivas'a giderken de buna benzer küçük bir
durumla karşılaştık.
Erzincan'dan batıya doğru
yola çıktığımız günün sabahı, Erzincan boğazına
gelir gelmez, birtakım jandarma erlerinin ve subaylarının
heyecanlı ve korkulu bir davranışla otomobillerimizi durdurduklarını
gördük.
Durumu açıkladılar:
"Dersim
Kürtleri boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez."
Bir subay, kuvvet gönderilmesini
merkeze yazmış, o kuvvet gelince gerekli düzenlemeyi yapacak, saldırıp
haydutları püskürtecek ve yolu açacakmış...
Pek iyi ama, bu
haydutların kuvveti nedir; neresini, nasıl tutmuş; ne kadar
kuvvet gelecek, ne zaman gelecek?
Bu bilmeceler çözülünceye
değin, geriye Erzincan'a dönmek ve kim bilir kaç gün beklemek gerek!
Bizim ise işimiz pek ivediydi. Ben Erzurum ile Sivas arasındaki yolu
belli süre içinde aşıp belli günde Sivas'ta bulunamazsam· şurada
burada, şundan ya da bundan ötürü korktuğum ve beklediğim,
Sivas'ta ve her yerde duyulursa bozgun başlayabilir, işler altüst
olabilirdi.
Öyleyse karar?
Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka türlü de yapamazdık.
Yalnız küçük bir düzenleme yapmayı uygun buldum.
Ellerinde hafif
makineli tüfekler bulunan özverili arkadaşlarımızdan birkaçını
(Şimdi bir alay komutanı olan Osman Bey, ki Tufan Bey adıyla tanınmıştır,
bunların başında idi) bir otomobil ile kendi otomobilimizin önüne
geçirdik. Sağdan soldan gelecek, uzaktan açılmış ateşlere
önem verilmeyerek otomobiller hızla karayolu üzerinde ileri yürümeye
devam edecekler. Vurulan, ölen olursa onlarla ilgilenilmeyecek... Tam karayolu
üzerinde ve yakınında, yolu kapayan haydutlarla karşılaşılırsa
hepimiz otomobillerden atlayacağız ve bunlara saldırarak yolu açacağız
ve kalanlar gene, kullanılabilecek durumda olan otomobillere binerek ve hızla
ilerleyerek yola devam edecekler... İşte verilen buyruk da buydu...
Bu düzenleme ve
davranışı akla uygun ve güvenilir görmeyenler bulunabilir. Gerçi
o günlerde Elazığ Valisi Ali Galip Bey'in Dersim'de (Tunceli)
dolaştığı ve bazı oyalayıcı işler
yapmaya ve türlü düzenler kurmaya çalıştığı
biliniyor idiyse de, açıklayayım ki ben, herşeyden önce, boğazın
gerçekten tutulduğuna inanmadım. Bunu, İstanbul Hükümeti'nin
yardakçısı olabileceğini sandığım bazı
kimselerin, özellikle beni durdurmaya zorlamak için uydurdukları bir düzen
saydım. İkincisi, Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlarsa
bunların yapabilecekleri işin, uzak tepelerden yola ateş etmekten
başka bir şey olamayacağını çok iyi kestiriyordum.
Kısacası, yürüdük,
boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sivas'a vardık. Halkın,
kentin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak gösterileriyle
karşılandık.
Üçüncü Kolordu
Komutanı olan Salâhattin Bey Sivas'ta bulunuyordu. Vali Paşa ile
birlikte, kongreye gelen delegelerin yerleştirilmesinde ve Heyeti Temsiliye
için lise binasının ve kongre toplantı salonunun düzenlenmesinde
ve her türlü önlemin alınmasında konukseverliğe örnek olacak
biçimde olağanüstü çalışmışlardı.
Refet Bey orada değildi.
Nerede bulunduğunu da kimse bilmiyordu. Oysa, 7 Temmuz 1919 günlü yönergemiz
gereğince, kendi bölgesi olan Üçüncü Kolordu bölgesinden ayrılmaması
gerekli idi. Üstelik, tam Sivas'ta kongre toplanacağı günlerde orada
bulunması uygun olacaktı. Yazışma sonunda kendisinin
Ankara'da olduğu anlaşıldı. Ankara'da Kolordu Komutanı
Ali Fuat Paşa'ya "Hemen ve kesinlikle Sivas'a gönderilmesini"
buyurdum. 7 Eylülde geldi. Kendisini Heyeti Temsiliye üyesi olarak kongre üyelerine
tanıttım.
Baylar, bizden önce
gelmiş olan delegeler, bizi beklerken, aralarında toplantılar
yapmışlar ve hazırlık niteliğinde birtakım tasarılar
kaleme almışlar.
Bizim varışımızdan
sonra da bazı özel toplantılar ve görüşmeler olmuş ve bu
kez bazı kararlar da verilmiş. İzin verirseniz, çok özel bir
niteliği olduğu için, bu noktayı açıklayayım:
Sivas
Kongresi Açılıyor
Sivas Kongresi 1919
Eylülünün 4'üncü Perşembe günü öğleden sonra saat ikide açıldı.
Öğleden önce
delegeler arasında bulunan ve öteden beri kendisini tanıdığım
Husrev Sami Bey yanıma gelerek şöyle bir haber verdi: Rauf Bey ve başka
bazı kişiler, Bekir Sami Bey'in evinde özel bir toplantı yapmışlar
ve beni başkan yapmamaya karar vermişler. Arkadaşların, özellikle
Rauf Bey'in, böyle bir davranışta bulunacaklarını hiç ummadım ve Husrev Sami Bey'in, açık söyleyeyim ki, biraz ağırca
olarak, böyle yersiz sözleri bana ulaştırmaması için dikkatini
çektim. Verdiği haberin doğru olmasının olanağı,
olasılığı bulunmadığını, arkadaşlar
arasında yanlış anlayışlara yol açacak sözler söylemenin
uygun olmadığını da sözlerime ekledim.
Baylar, ben bu
kongrede başkanlık
işine önem vermiyordum. Başkanlığa, belki yaşlı
bir kişinin getirilmesinin uygun olacağını düşünüyordum.
Bu yüzden kimi arkadaşların da düşüncelerini sordum. Bu arada,
kongre salonuna girmezden önce koridorda Rauf Bey'e rastladım. "Kimi
başkan yapalım?" dedim. Rauf Bey, hemen hemen heyecanlı bir
sesle, önceden söylemeye hazırlanmış olduğu o andaki
durumundan anlaşılan bir davranışla ve keskin bir dille:
"Sen başkan olmamalısın!" dedi. Hemen Husrev Sami
Bey'in verdiği haberin doğruluğuna inandım ve elbette üzüldüm.
Her ne kadar Erzurum Kongresi'nde de benim başkanlığımı
sakıncalı görenler var idiyse de onların ne biçim insanlar
olduklarını açıklamıştım. Bu kez, en yakın
arkadaşlarımın da o anlayışı belirtmeleri beni düşündürdü.
Rauf Bey'e: "Anladım, Bekir Sami Bey'in evinde aldığınız
kararı bana bildiriyorsun." dedim ve yanıtını
beklemeksizin yanından uzaklaşarak kongre salonuna girdim.
Kongrenin açılmasından
sonra ilk söz alan bir yüksek kişinin,
kongre tutanağına olduğu gibi geçirilen şu sözlerini işittik:
"Efendim, şimdi
elbette başkanlık sorunu söz konusu olacak. Ben başkanlık görevinin
birer gün ya da birer hafta sürmek üzere nöbetleşe yapılmasını
ve üye adlarının ya da temsil edilen il ve sancak adlarının
baş harflerine göre alfabe sırasıyla yapılmasını
öneriyorum."
Baylar, öyle şaşılacak
bir rastlantıdır ki, bu öneriyi yapanın temsil ettiği ilin
adı da, kendi adı da alfabenin ilk harfi (Elif) ile başlıyordu.
Ben, çağrıyı yapan kişi olarak, bir söylevle (belge: 54)
Kongreyi açtıktan sonra, geçici olarak başkanlık yerinde
bulunuyordum.
"Bu neden
gerekiyor efendim?" diye sordum.
Öneriyi yapan:
"Böylece işin
içine senlik benlik karışmamış olacağı gibi dışarıya
karşı da, eşitliği gözettiğimiz için, iyi bir etki
yapılmış olur." dedi.
Baylar, ben yurdun,
öneriyi yapanla birlikte bütün ulusun, hepimizin nasıl bir felaket çıkmazında
bulunduğumuzu göz önüne getirerek, kurtuluş çaresi olduğuna
inandığım girişimleri bitmez tükenmez güçlükler ve
engellere karşın maddesel ve ruhsal bütün varlığımla
yürütmeye çalışırken, benim en yakın arkadaşlarım,
daha dün İstanbul'dan gelmiş ve elbette işlerin içyüzünü
bilmeyen, saygı duyduğum yaşlı bir kişinin diliyle bana
senlikten benlikten söz ediyorlar.
Bu öneriyi oya
koydum. Çoğunlukla kabul edilmedi. Başkan seçimini gizli oya koydum.
Üç üye dışında bütün üyeler oylarını
bana verdiler.
Sivas
Kongresinin Üzerinde Durduğu İşler
Sivas Kongresi'nin
gündemi, Erzurum Kongresi'nin tüzük ve bildirisi ve bir de bizden önce
Sivas'a gelmiş olan yirmi beş kadar üyenin düzenlediği bir andırıdan
(muhtıra) oluşacaktı.
İlk açılış günü olan 4 Eylül günü ile Eylülün
beşinci ve altıncı günleri, yani üç gün, İttihatçı
olmadığımızı açıkça belirtmek için andiçmek
gereğini konuşmakla ve ant örneğini düzenlemekle; Padişaha
sunulacak yazıyı yazmakla ve Kongrenin açılışı
dolayısıyla gelen tellere karşılık vermekle ve daha çok
da, Kongre siyasayla uğraşacak mı, uğraşmayacak mı
konusunun tartışılmasıyla
geçti. İçinde bulunulan savaşım ve uğraşmalar,
siyasadan başka bir şey değilken bu son tartışmalara
şaşılmaz mı?
Sonunda Kongrenin dördüncü günü, asıl konuya geldik ve o
gün, Erzurum Kongresi Tüzüğünü görüşerek hemen sonuca bağladık.
Çünkü, Erzurum Kongresi Tüzüğünde yapılması gereken değişiklikleri
önceden hazırlamış ve gerekli gördüklerimizi bu konuda aydınlatmış
bulunuyorduk.
Bununla birlikte, yapılan değişiklikler, sonradan
bazı direnmelere, anlaşmazlıklara ve birçok yazışma ve
tartışmalara yol açtığı için, bu değiştirilen
noktaların önemlilerini bildireceğim.
1-
Derneğin adı "Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk
Cemiyeti" idi, "Anadolu ve Rumeli Müdafaai
Hukuk Cemiyeti" oldu.
2-
"Heyeti
Temsiliye
Doğu Anadolu'nun bütününü temsil eder." sözü yerine "Heyeti
Temsiliye
yurdun bütününü temsil eder." dendi. Üyeler arasına da daha altı
kişi katıldı.
3-
"Her türlü işgali ve işimize karışmayı
Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacıyla yapılmış
sayacağımızdan elbirliğiyle
savunma ve direnme ilkesi kabul
edilmiştir." yerine "Her türlü işgal ve işimize karışmanın
ve özellikle Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacını güden
davranışların durdurulması için elbirliğiyle savunma
ve uğraşma ilkesi kabul edilmiştir." denildi.
Bu
iki cümledeki ayrılık, anlam bakımından elbette pek büyüktür.
Birincisinde İtilâf Devletlerine karşı düşmanca bir durum
alınacağı ve direnileceği söylenmiyor. İkincisinde bu
yön açıkça belirmiş oluyor.
4-
Tüzüğün, dördüncü maddesini oluşturan sorun, oldukça
tartışmalara yol açtı. Madde şu idi:
"Osmanlı Hükümeti'nin yabancı devletler baskısı
karşısında buraları (yani doğu illerini) bırakmak
ve buralarla ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa
yönetim, siyasa, askerlik bakımlarından nasıl davranılacağının
belirtilmesi ve saptanması" yani geçici yönetim kurma işi.
Sivas Kongresi Tüzüğünde bu maddedeki "buraları
yerine ülkemizin herhangi bir parçasını bırakmak ve orası
ile ilgilenmemek...." biçiminde kapsayıcı ve genel sözler
kondu.
Amerikan
Güdümü İçin Propagandalar
Bundan sonra, 8 Eylül toplantısında,
demin söylediğim andırı üzerinde konuşuldu. Bu andırıda
(muhtıra) başlıca Amerikan güdümü
söz konusu oluyordu.
O günlerde, İstanbul'dan
gelen kimi kişiler, Amerikalı Bay Bravn (Browne) adında bir
gazeteciyi de Sivas'a getirmişlerdi. Bu işle ilgili olarak kongrede geçen
görüşmelerden söz açmadan önce konu üzerinde yüce kurulunuzun
yeterince aydınlanmasını sağlamak üzere, ilkin bu konuya
giriş olarak birtakım bilgileri sunayım. Bu bilgiler, Erzurum'dan
beri başlayan bazı yazışmalardan daha iyi anlaşılacağı
için, onları olduğu gibi sunacağım.
Güvenlikle ilgili ve çok ivedidir.
Amasya'dan
25/26
Temmuz 1919
Erzurum'da Üçüncü Ordu Müfettişliği
Kurmay Başkanlığına
1-
Mustafa Kemal Paşa'ya özeldir: Bugün 25 Temmuz 1919 akşamı
Bekir Sami Beyefendi Amasya'ya geldiler. Kendileriyle uzunca bir süre konuştum.
Mustafa Kemal Paşa'ya ve Rauf Beyefendi'ye saygılarını
sunarlar. Kendisi, aşağıdaki düşüncelerini bildirmemi rica
etmiştir.
2-
Bağımsızlık, istenilmeye ve yeğlenmeye değer.
Ancak, tam bağımsızlık istemeye kalkışırsak
ülkemiz birçok parçalara ayrılacaktır. Bu kesindir ve hiç kuşku
götürmez. Bu durum karşısında, iki üç il içinde kalacak bağımsızlıktan,
ülkemizin bütünlüğünü sağlayacak bir devletin güdümü altına
girmek elbette yeğdir. Bütün Osmanlı ülkesini kapsayacak meşrutiyetimiz
(Meşrutiyet ile yönetilmemiz) ve dışarda temsilci
bulundurma hakkımız yürürlükte kalmak üzere belki bir süre için
Amerika'nın güdümünü istemeyi ulusumuz için en yararlı bir çözüm
yolu sayıyorum. Bu konuda Amerika temsilcisi ile görüştüm. Birkaç
kişinin değil, bütün ulusun sesini Amerika'ya duyurmak gerektiğini
söyledi ve aşağıdaki koşullarla Wilson'a
Senatoya ve Amerika Kongresine başvurulmasını ileri sürdü:
a.
Adaletli bir hükümetin kurulması.
b.
Eğitim ve öğretimin yayılması ve genelleştirilmesi.
c.
Din ve mezhep özgürlüğünün sağlanması.
d.
Gizli antlaşmaların kaldırılması.
e.
Bütün Osmanlı ülkesini kapsamak üzere Amerika Hükümetinin bizi
güdümü altına almayı kabul etmesi.
3-
Bundan başka kongremizin seçeceği bir kurulu, Amerika'ya bir zırhlı
ile ulaştırmayı da temsilci üzerine almıştır.
4-
Bekir Sami Bey daha bir iki gün buralarda kalacağından her türlü
buyruğun ve yönergenin benim aracılığımla duyurulmasını
ve özellikle Sivas Kongresinin toplanma zamanı ile kendilerinin o güne değin
nerede beklemesi uygun olacağının bildirilmesini rica etmekte
olduğu.
Beşinci
Kafkas Tümeni Komutan Vekili
Arif
Erzurum
Şifre
İvedi ve kişiye
özeldir.
196
Amasya'da
Beşinci Tümen Komutanlığına
1-
Şimdi Amasya'da bulunan eski Vali Bekir Sami Beyefendi'ye özeldir:
Yüksek telyazınızdan pek yararlandık. Toplantılarına
devam eden Doğu İlleri Kongresi, hemen hepsi geldikleri yerlerdeki
halkça konuşmasını bilir, sözü geçer ve etkili olarak tanınmış
kişilerden kurulmuş güçlü bir kurul niteliğindedir. Bu
Kongrede, şimdiye dek olan görüşmelerde, devletin ve ulusun tam bağımsızlığının
savunulmasında direnilmektedir. Demek ki, daha bizce de koşulları
ve niteliği bilinmeyen bir Amerika güdümünden kongreye doğrudan doğruya
söz açılması pek sakıncalı olacağından, sizlerin
İstanbul'da ilişki kurduğunuz kişilerle olan konuşmalarınızın
ışığı altında aşağıdaki noktaları
açıklayarak bizleri tez elden aydınlatmanızı özellikle
rica ederiz. Bundan önce de doğrudan doğruya İstanbul'dan bu
konuda gelen bilgiler kuşku verici görüldüğünden aynı esaslar
içinde oradan açıklama istenmişti. 21 Temmuz 1919 günü Sivas'ta
Refet Bey aracılığıyla İstanbul'dan gelen bilgiler de
gene öyle kuşku verici bulunduğu için buradan da, doğruca, koşullar
sorulmuş ve açıklama istenmiştir.
a.
"Tam bir bağımsızlık istenmeye kalkışılırsa
ülkemizin birçok parçalara ayrılacağı kesindir ve hiç kuşku
götürmez." buyuruluyor. Bu kanının kaynağı nedir?
b.
Ülke bütünlüğünden, ülkenin bölünmezliği mi yoksa
egemenlik hakları mı anlaşılacaktır?
c.
Bütün Osmanlı ülkesini kapsayacak meşrutiyetimiz ve dışarda
temsilci bulundurma hakkımızı yürürlükte kalmak üzere bir
devletin güdümünü istemeyi en yararlı bir çözüm yolu olarak görüyorsunuz.
Ancak, temsilcinin ileri sürdüğünü bildirdiğiniz şeylerle bu
çözüm yolu çelişkili görünüyor. Çünkü meşrutiyetimiz yürürlükte
kalınca hükümet, yasama organından güvenoyu almış ve onun
denetimi altına girmiş bir kurul olur ki, artık bu kurulun
meydana getirilmesinde Amerika'nın e1i ve etkisi olamaz. Öyle ise, ya meşrutiyet
yürürlüktedir ve adaletli bir hükümet kurulmasını Amerika'dan
istemeye yer yoktur; ya da, adaletli bir hükümetin kurulması Amerika'dan
istenilince meşrutiyetin yürürlüğü sözde kalır.
d.
Eğitim ve öğretimin yayılıp genelleştirilmesinin
anlamı nedir? İlk aklımıza gelen, ülkenin her yerinde
Amerikan okullarının açılmasıdır. Çünkü daha şimdiden
yalnız Sivas'ta yirmi beş kadar okul açmışlardır ki,
yalnız birinde bin beş yüz kadar Ermeni öğrenci vardır.
Buna göre, Türk ve Müslüman eğitim ve öğretiminin yayılıp
genelleştirilmesi ile bu yapılan işler nasıl bağdaştırılabilecektir?
e.
"Din ve mezhep özgürlüğünün sağlanması" sözleri
de önemlidir. Patrikhanelerin ayrıcalıkları varken bunun değişik
yönü ve anlamı nedir?
f.
Temsilcinin beşinci madde olarak sözünü ettiği bütün
Osmanlı ülkesinin sınırları nedir? Yani savaştan önceki
sınırımız mıdır? Eğer bu deyim içine Suriye
ve Irak da giriyorsa Anadolu halkının Arabistan adına güdüm
istemeye hakkı ve yetkisi olabilir mi?
g.
Şimdiki hükümetin siyasası nedir? Tevfik Paşa neden
Londra'ya gitti? Amerikalılar gibi İngilizlerin de ayrıca bir güdümcülük
ardından koştukları görülüyor. Ayrımları nedir? Hükümet
Amerika güdümüne ne gözle bakıyor? Yani buna yatkın mı, yoksa
çekingen mi davranıyor? Amerikalılar neden Ermenistan'ın güdümcülüğünü
bıraktılar? Amerikalılar güdümü almaya ne ölçüde eğilimli
ve isteklidir?
2-
Sivas Kongresinin toplanması Erzurum Kongresinin sona ermesine bağlıdır.
Bunun üzerinde ayrıca çalışılmaktadır. Yüce kişiliğinizin
(zâtı samilerin) o zamana değin ya Tokat'ta ya da Amasya'da bulunmanız
uygundur. Saygılarımızı sunarız.
Mustafa
Kemal
Güvenlikle ilgili
ve ivedidir.
93
Amasya'dan,
30.7.1919
Üçüncü Ordu Müfettişliği
Kurmay Başkanlığına
1-
Mustafa Kemal Paşa'ya özeldir: Bekir Sami Bey'den alınan yanıt
aşağıda bilginize sunulur:
a.
Tam bağımsızlık istenirse ülkemizin birçok parçalara
bölünmesi ve birkaç devletin güdümü altına girmesi Dörtler Kurulunca
kararlaştırılmıştır. Bunu önlemek için tek
devletin güdümünü istemenin en uygun olacağını söylemiştir.
b.
Yalnız egemenlik hakları söz konusudur, ülkemizin bütün
olarak bizde kalması temel ilkedir.
c.
Amerika'dan, herhangi biçimde bir hükümet istemeyeceğiz.
Amerika'ya, adaletli bir hükümet kuracağımız konusunda sağlam
söz vereceğiz. Anayasamız hükümleri yürürlükte kalmak, padişah
soyunun her türlü egemenlik haklarına dokunulmamak ve dışarda
temsilcilerimiz eskisi gibi bulunmak koşullarıyla Amerika Hükümeti'nin
mutluluğumuza ve gelişmemize yardım etmesini isteyeceğiz.
İsteyeceğimiz güdüm bu biçimdedir.
d.
Eğitim ve öğretimin yayılıp genelleştirilmesinin
anlamı Amerikan okullarının köylerimize dek girmesine izin
vermek değil, ulusal ve Müslüman eğitim ve öğretimini yayıp
genelleştirmeye özen göstereceğimiz konusunda kendilerine söz
vermekle birlikte, yardımlarını istemektir. Güdümcülüğü
Amerikan misyonerlerine değil, Amerika Hükümetine vermek istiyoruz.
e.
Din ve mezhep özgürlüğü, öteden beri İslam dininin
ilkeleri gereğindendir. Amerika kamuoyu bu gerçeği bilmedikleri için
kendilerine bu konuda güven vermek istiyoruz ve temsilcinin sözünü ettiği
sınır, savaştan önceki sınırımızdır.
Suriye ve öteki bölgeler üzerinde bizim güdüm istemeye yetkimiz olup
olmaması, Kongrece çözümlenecek bir sorundur. Daha önce Suriye ve
Irak'ta Amerikalılar kamuoyuna başvurdular. Suriye ve Filistin'de bağımsız
bir Arap hükümeti kurmayı istemekle birlikte Amerika'nın güdümü
altına girmeyi yeğlediklerini bildirdiler.
f.
Şimdiki hükümet yeni kurulduğundan, güdeceği siyasa
bilinmiyor. Ancak, önceki hükümetlerin siyasaları güçsüzlük ve
İtilâf kuvvetlerinin her bir buyruğuna boyun eğmekti. Tevfik Paşa
Londra'ya gitmeyerek Ferit Paşa ile geri dönmüştür. Amerika,
Ermenistan Hükümeti kurulmadan önce, orada dolaşan Amerikan kurullarının
raporlarına bakarak, büyük bir Ermenistan kurulmasına olanak
bulunmadığı düşüncesindedir. Güdüm konusunda ayrıntılı
bir yazı posta ile gönderilmek üzeredir.
2-
Şimdilik sizlerden gelecek bildirimleri bekleyerek Tokat'ta bulunacağım.
Amasya ve Tokat'ta ve ilçelerde gereken bildirimleri yapmaktayım ve iyi
sonuçlar vereceğini ummaktayım. Hepinize saygılarımı
sunarım efendim.
Beşinci
Tümen Komutanı
Arif
Şifre
Kişiye özeldir
Erzurum
1 Ağustos 1919
Amasya'da
Beşinci Tümen Komutanlığına
Bu telin hemen Bekir Sami Beyefendi'ye ulaştırılması
ve yanıtının ivedilikle alınması rica olunur:
Bekir Sami Beyefendi'yedir:
30.7.1919 günlü tele yanıttır. Amerikan güdümcülüğü
üzerine son açıklamanızı öğrendik. Bu koşullara göre,
aslında korkulacak bir şey olmamak gerek. Bununla birlikte, daha bir
nokta üzerinde yüksek görüşlerinizi de öğrenmek istiyoruz. Bize
elverişli bunca koşullar ileri sürebilecek olan Amerika Hükümeti, böyle
bir güdümcülüğü kabul etmesine yani buna katlanmasına karşılık,
Amerika adına ne gibi yararlar ve çıkarlar sağlamış
olacaktır? Bununla kendi hesaplarına ne amaç güdüyorlar? Bu konuda
edindiğiniz bilgilerle ve yüksek düşüncelerinizle de bizi aydınlatmanızı
ivedilikle bekleriz efendim.
Mustafa
Kemal
Amasya,
3.8.1919
Üçüncü Ordu Müfettişliği
Kurmay Başkanlığına
Bekir Sami Bey'den alınan karşılık aşağıda
bilginize sunulur:
Mustafa Kemal Paşa'ya özeldir: Amerikalılarla şimdiye
değin yapılan görüşmeler, elbette hep özel olarak yapılmış
olduğuna ve salt bir varsayımdan öteye geçemediğine göre, güdümle
ilgili bağıtlaşmada bağıtçı (âkit) iki devletin
uyacakları koşullar üzerinde durulmamıştır. Sivas
Kongresi'nin, gerçekleşebilecekse, hazırlanarak ivedilikle açılması
gereğini özet olarak bilginize sunarım.
Kurmay
Yarbay
Arif
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Saygıdeğer Efendim.
Ülkenin siyasal durumu en sıkışık bir evreye
geldi. Kendimize bir yön çizmek için Türk ulusunun zarını atıp
olumlu bir duruma girmek zamanı ise geçmek üzere bulunuyor.
Dış durum İstanbul'da şöyle görünüyor:
Fransa, İtalya, İngiltere, Türkiye'nin güdümü işini
Amerika Senatosu'na resmi olarak önermekle birlikte, bütün güçlerini
Senatonun bunu kabul etmemesi için harcıyorlar. Bölüşmeden pay kaçırmak
elbette işlerine gelmiyor.
Suriye'de umduğunu elde edemeyen Fransa, zararını Türkiye'den
çıkarmak istiyor. İtalya, namuslu bir emperyalist olduğundan,
savaşa ancak Anadolu'nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini
açıktan açığa söylüyor. İngiltere'nin oyunu biraz daha
incedir.
İngiltere, Türkün birliğini, çağcıllaşlaşmasını,
gerçek bir bağımsızlık kazanmasını, gelecek için
bile olsa, istemiyor. Yeni araçlar ve görüşlerle tümüyle çağcıl
ve güçlü bir Müslüman Türk hükümeti, başında Halife de olursa,
İngiltere'nin Müslüman tutsakları için bir kötü örnek olur. Türkiye'yi
bütün olarak İngiltere alabilse kafasını kolunu koparır,
birkaç yılda kendisine gönülden bağlı bir sömürge durumuna
getirir. Buna, en başta, özellikle ülkemizdeki din adamları çoktan
isteklidir. Ama bunu Fransa ile döğüşmeden yapamayacağı için
istemez. Fakat Türkiye'yi bütün olarak bırakmak zorunluluğu
belirirse, yani bölüşmenin ancak askerlik yönünden büyük özverileri
göze alarak elde edebileceğini anlarsa, Latinleri sokmamak için Amerika'nın
güdümcülük görüşünü tutar ve destekler. Nitekim, İngiliz
siyasa adamları arasında aslında bu düşünceye eğilimli
olanlar var. Morison (Morisson) gibi tanınmış kişiler
Amerika'nın Türkiye'de genel güdüm almasını istiyorlar.
Bir başka çözüm yolu da Türkiye'yi, Trakya'dan, İzmir'den,
Adana' dan, belki de Trabzon'dan ve kesin olarak İstanbul'dan yoksun bıraktıktan
sonra, eskiden yabancılara tanınan kapitülasyonları ve bir gün,
nasıl olsa çökecek iç sınırları içinde bağımsız
bırakmak.
Biz, İstanbul'da kendimiz için bütün eski ve yeni Türkiye
sınırlarını kapsamak üzere geçici bir Amerikan güdümünü,
katlanabilir kötü durum olarak görüyoruz. Nedenlerimiz şunlardır:
1-
Aramızda nasıl olsa Hıristiyan azınlıkları
kalacaktır. Bunlar hem Osmanlı uyruğu haklarından
yararlanacaklar, hem de dışardaki bir Avrupa devletine dayanarak karışıklık
çıkaracaklar, boyuna işlerimize karışılmasına yol
açacaklar, aslında göstermelik bağımsızlığımızı
azınlıklar adına her yıl parça parça yitireceğiz.
Düzenli
bir hükümet ve çağcıl (asri) bir yönetim kurulması için
Patrikhanenin siyasal ayrıcalıkları ve azınlıkların
güçlü devletler aracılığıyla, boyuna gözdağı
verdirmeleri ortadan kalkmalıdır. Küçük ve güçsüz bir Türkiye
bunu yapamayacaktır.
2-
Birbirini yok eden; çıkar, hırsızlık ya da serüven
ve ün için yaşayanların tutkusunu yerine getiren hükümet anlayışı
yerine, ulusun rahatlığını ve gelişimini sağlayacak
ve halkı; köyleri, sağlığı ve düşünüşü
ile çağcıl bir halk haline koyabilecek bir hükümet anlayışı
ve uygulaması bize gereklidir, Bu işin istediği para, uzmanlık
ve güç bizde yok Yabancı devletlerden ödünç para almak, siyasal
tutsaklığı artırıyor. Kayırma, bilgisizlik ve çok
konuşmaktan başka, olumlu bir sonuç veren yeni bir yaşayış
düzeni yaratamıyoruz.
Bugünkü
hükümet adamlarına değer vermese bile, halkı ve halk hükümeti
kurmayı ayrı sayan Filipin gibi yabanıl bir ülkeyi bugün kendi
kendini yönetebilen çağcıl bir makine haline koyan Amerika, bu
konuda çok işimize geliyor. On beş yirmi yıl sıkıntı
çektikten sonra yeni bir Türkiye'yi; her kişisi öğrenimi ve anlayışı
ile gerçek bağımsızlığı kafasında ve cebinde
taşıyan bir Türkiye'yi, ancak Yeni Dünya'nın yeteneği
yaratabilir.
3-
Dış çekişmeleri ve kuvvetleri uzaklaştırabilecek
bir yardımcı bize gerek. Bunu ancak Avrupa dışında ve
Avrupa'dan güçlü bir elde bulabiliriz.
4-
Bugünkü olupbittilerin kalkması ve ivedilikle davamızı dünyaya
karşı savunabilmemiz için yeterince güçlü bir devletin yardımını
istemek gerektir. Başka ülkeleri ele geçirmeye alışkın
olan Avrupa'nın bin bir dalaveresine ve alçakça siyasasına karşı,
böylece bir vekil adı altında, Amerika'yı kendimize kazanarak
ortaya atabilirsek Doğu sorununu (Şark meselesini) da, Türk
sorununu (Türk meselesini) da gelecek için kendimiz çözmüş
olacağız.
Bu nedenlerden ötürü ivedilikle istememiz gereken Amerika da, kuşkusuz
sakıncasız değildir. Onurumuzdan epeyce vazgeçmek zorunda
bulunuyoruz. Yalnız, kimilerinin düşündüğü gibi Amerika'nın
resmi kimliğinde dinsel eğilim ve dinden yana olma yoktur. Hıristiyanlara
para verecek misyoner kadını Amerikası, Amerika'nın yönetim
makinesinde bir yer tutmaz. Amerika'nın yönetim makinesi dinsiz ve
milliyetsizdir. O, çok düzenli, çeşitli soy ve mezhepte adamları çok
bağdaşık olarak bir arada tutmanın yolunu biliyor.
Amerika, Doğu'da güdümcülük ve Avrupa'da başına
dert almak istemiyor. Ama onların onur işi saydıkları şey,
yöntemleri ve ülkeleriyle Avrupa'dan üstün bir ulus olmak isteğidir.
Bir ulus, içtenlikle Amerikan ulusuna başvurursa, girdikleri ülkenin ve
ulusun yararına nasıl bir yönetim kurabildiklerini Avrupa'ya göstermek
isterler.
Resmi Amerika'nın önemli adamları arasında bizden
yana epeyce bir eğilim belirdi. İstanbul'a Ermeni dostu olarak gelen
birçok önemli Amerikalılar, Türk dostu ve Türk propagandacısı
olarak döndüler.
Bu akımı yansıtan resmi ve özel Amerikan düşüncesi,
gizli olarak şudur: Türkiye'yi hiçbir parçaya ayırmamak, eski sınırları
içinde bütün olarak bırakmak koşuluyla genel ve bir tek güdüm
kurmak istiyorlar. Suriye, Amerika komisyonu orada iken, genel bir kongre
toplayarak Amerika'yı istemiştir. Amerika'da Suriye'nin bu isteği
pek sıcak karşılanmıştır.
Resmi Amerika, bizim topraklarımız üzerinde Ermenistan
kurmaya eğilimli görünmüyor. Eğer güdüm alırlarsa bunu, bütün
ulusları eşit koşullar altında bir yurt çocuğu sayarak
alacaklarını en önemli çevrelerinden öğrendim.
Ancak, Avrupa kesin olarak bir Ermenistan sorunu ortaya çıkarmak,
-özellikle İngiltere- Ermenilere ödünler vermek istiyor; Amerika
kamuoyunda zulüm görmüş Ermeniler adına bir oyun oynamaya çalışıyor.
Bizim düşünürleri Avrupa korkusu düşündürüyor. Reşat
Hikmet Bey gibi, Câmi Bey gibi, ulusal bütünlüğümüzü bile oluşturan
siyasa adamlarımız, Ermeni sorunu için bir çözüm yolu salık
veriyorlar. Resmi olarak size yazılıyor.
Çok tehlikeli günler geçiriyoruz. Anadolu'da olup bitenleri
dikkat ilgi ve sevgiyle izleyen bir Amerika var. Hükümet ve İngilizler
bunun, Hıristiyanları öldürmek, İttihatçıları
getirmek için bir hareket olduğunu elbirliğiyle Amerika'ya aşılamaya
çalışıyorlar.
Her an bu ulusal eylemi durdurmak için kuvvet gönderilmesi düşünülüyor;
bunun için İngilizleri kandırmaya çalışıyorlar.
Ulusal eylem ivedilikle ve olumlu isteklerle hemen kendini gösterirse (ve Hıristiyan
düşmanlığı gibi bir tutumu da olmazsa) Amerika'da hemen
destek bulacağını yine çok önemli çevreler kesinlikle söylüyorlar.
Sivas Kongresi toplanıncaya değin Amerika Komisyonunu alıkoymaya
çalışıyoruz. Üstelik kongreye Amerikalı bir gazeteci göndermeyi
bile belki başarabileceğiz.
İşte bütün bunlar karşısında, davamıza
destek olabilmesi için, bu elverişli dakikaları yitirmeden, bölünme
ve çökme korkusu karşısında Amerika'ya başvurmak zorunda
olduğumuzu sanıyorum. Vasıf Bey kardeşimizle bu konuda ortak
olduğumuz noktaları kendisi de ayrıca yazacaktır.
Türkiye'yi, dayanç ve iradesi olan geniş kafalı bir iki
kişi belki kurtarabilir.
Serüven ve savaş zamanı artık geçmiştir.
Gelecek için gelişme ve birleşme savaşı açmak zorundayız.
Sınırlarında bunca çocuğu ölen zavallı ülkemizin düşünce
ve uygarlık savaşında kaç şehidi var? Biz Türkiye'nin hayırlı
çocuklarından yarının kurucuları olmalarını
istiyoruz. Rauf Bey kardeşimizle sizin, temelleri bile çöken zavallı
yurdumuz için uzakları görerek birlikte düşünüp çalışmanızı
bekliyoruz.
Saygılarımı gönderir, başarınıza dua
ederim. Ulusal davada canıyla ve başıyla çalışanlar
arasında gösterişsiz bir Türk eri alçak gönüllülüğü ile
sizinle birlikte olduğumu bildiririm.
10
Ağustos 1919
Halide
Edip
Afyonkarahisar
(Karahisarısahip), 13.8.1919.
On Beşinci Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa'ya özeldir: İstanbul'daki çeşitli
partilerin birleşerek, Amerika Komisyonuna verilmek üzere, aldıkları
kararlar olduğu gibi aşağıda sunulmuştur:
1-
Ermenistan için, Türkiye'nin doğu sınırı üzerinde
Ermenilerin işine yarayacak bir toprak parçası vermeyi, doğu
illerindeki Türklerin ve orada iş başında bulunan büyüklerin,
gelecekteki rahatlıklarını ve özgür gelişmelerini düşünerek
kabul edebilecekleri kanısında olduklarını; yalnız bu
kanılarını, oradaki Kürtlerle işbirliği yapmış
olmaları ve Kürtlerin de Ermenilere toprak vermek düşüncesini hiç
benimsemeyeceklerini bildikleri için açığa vurmak istemediklerini; açığa
vursalar bile oradaki Türk çoğunluğunun aşağıdaki koşullara
uyulma konusunda kendilerine sağlam söz verilmedikçe bu düşüncede
Kürtlerden ayrılmayacaklarını sandıklarını saptamışlardır.
Şöyle ki: Birincisi, Türk ve Kürt çoğunluğu ile bunlar arasındaki
başka azınlıkların oturdukları toprakların bütünlüğü;
ikincisi, Türk bağımsızlığının tam olarak
tanınması ve yürürlüğe konularak sağlama bağlanması;
üçüncüsü (Aslında: rabian - dördüncüsü), Türkiye'nin çağdaş
uygarlığa erişebilmesi için, özgürce gelişimini
engelleyen etmenlerin kaldırılmasıyla Wilson ilkelerinde
vadedildiği üzere bağımsızlığından ve haklarından
en güvenilir bir biçimde yararlanmasına olanak verilmesi; dördüncüsü,
bu konularda ve Türklerin ilerlemesinin çabuklaştırılmasında
yardımcı olacağını, Amerika'nın Milletler
Cemiyetine (Cemiyeti Akvama) karşı yüklenmesi.
2-
Boşaltılacak topraklardan çıkarılacak olan Türk ve
Kürtlerin yeni gönderilecekleri topraklarda hemen yerleştirilmesi ve
hemen yeni topraklarından yararlanmalarını sağlamak için
Amerika'nın yardım etmesi.
3-
O bölgede ve özellikle Erzincan ve Sivas arasında yoğun
olarak bulunan Ermenilerin de yeni Ermenistan sınırı içine gönderilmelerinin
sağlanması.
4-
Ermenistan hesabına yapılacağını kestirdiğimiz
toprak bırakma işi, bağımsız bir Ermenistan adına
değil, ancak büyük ve çağcıl bir devletin güdümü altında
gelişecek çağdaş bir devlet adına olacaktır. Çünkü,
bugünkü Ermenistan'a toprak vermek, Türkiye'nin başına ikinci bir
Makedonya derdi açmak olduğu gibi, Kafkasya için de bir etmen yaratmak
demektir.
5-
Bütün bunlar, tartışılabilir bir "öneri"
niteliğindedir. Bunların kesinleşmesi için yurttaki kurullarla
ilişki kurulabilirse oraya Amerika Komisyonundan bir kişinin gönderilmesi
çok gereklidir.
6-
Ve en son olarak, işin yasaya ve türeye uygun duruma getirilmesi için,
Osmanlı Millet Meclisine bırakılması gerekir.
On
İkinci Kolordu Komutanı
Salâhattin
Şifre
Kişiye özeldir.
Erzurum, 21.8.1919
339
On İkinci Kolordu Komutanlığına
Yirminci Kolordu Komutanlığına
(Yalnız 12'nci Kor.) 13. 8.19l9 günlü şifreye Y(yanıt)
.:
İstanbul'daki çeşitli partilerin Amerika Komisyonuna
verilmek üzere aldıkları kararlar burada Heyeti Temsiliyece pek çok
üzüntüye ve acınmaya değer görüldü. Çünkü, birinci maddede
Ermenistan'a doğu illerinden toprak verilmesi söz konusu olmaktadır.
Oysa ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış
toprağın bile Ermeniler hesabına bugün için edimli olarak geçirilemeyeceği
gibi, çeşitli soydan gelen halk arasındaki tiksinti ve öç alma
duygusunun korkunçluğu ve sertliği, Osmanlı Ermenileri geri
gelseler bile illerde yoğun olarak yerleştirilmelerinin tehlikeli
olacağını göstermektedir. Bu duruma göre, suçlu olmayan Osmanlı
Ermenilerine gösterilecek en büyük kolaylık, eşit ve adaletli koşullar
içinde yurtlarına dönmelerini kabulden başka bir şey
olamayacaktır. Üçüncü maddede Erzincan ve Sivas arasında yoğun
bir Ermeni topluluğu bulunduğu kuruntusu bilgisizlikten ve anlayışsızlıktan
başka bir şey değildir. Savaştan önce bile buralarda
oturanların büyük çoğunluğu Türk, birazı Zaza denilen Kürtler
ve pek azı da Ermeni idi. Bugün ise, varlığından söz
edilecek sayıda Ermeni yoktur. Öyle ise bu gibi dernekler, yetkilerini
bilmeli ve bir iş yapmak isterlerse, hiç olmazsa Harbiye ve Hariciye nazırlıklarının
barış hazırlıkları için düzenledikleri resmi
istatistik ve grafiklere olsun başvurma sıkıntısından
kaçınmamalıdırlar. İşbu telin, olduğu gibi İstanbul'a
gönderilmesini rica ederiz.
Mustafa
Kemal
Güvenlikle
ilgilidir.
2013
Ankara'dan, 14.8.1919
Üçüncü
Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına
1-
Mustafa Kemal Paşa'ya: İstanbul'a gönderilmek üzere yazmış
olduğunuz son yanıtlar, yerine ulaştırıldı ve buna
karşılık olan basılı raporla: Ahmet Rıza Bey,
Ahmet İzzet, Cevat, Çürüksulu Mahmut paşalar, Reşat Hikmet, Câmi,
Reşit Sadi beyler, Esat paşalar gibi pek çok kişinin düşüncelerine
uygun olan Kara Vâsıf'ın yani Cengiz'in, Halide Edip Hanım'ın
görüşlerini kapsayan uzun mektuplar geldi. Bunlar sıra ile özetlenerek
sunulacağı gibi asılları da Sivas'a gönderilecektir. Bunların
hepsinde bir yardımın gereksinmesi ileri sürülmekte ve bu yardımın
Amerikaca yapılması kolay katlanılır bir kötü durum olarak
kabul edildiğinin gerekçesi bildirilmektedir. Basılı rapor; Câmi,
Rauf Ahmet, Reşat Hikmet, Reşit Sadi beylerle Halide Hanım, Kara
Vâsıf, Esat Paşa ve bütün parti ve derneklerin düşünceleri
yoklandıktan sonra, büyük bir çoğunluğa göre düzenlenmiştir.
Vakit varmış. Kongrede bir an önce iş görmek, Ámerikalılar
gitmeden durumu bildirmek gerekmiş. Amerikalıları oyalayarak
gitmeleri geciktirilmeye çalışılıyormuş. "Kongre
ivedilikle kesin bir karar verebilir mi?" sorusuyla Amerikalılar, bu düşünceyi
benimsediklerini belli ediyorlarmış. Kongrenin toplanmasını
çabuklaştırmanız rica olunur.
Yirminci
Kolordu Komutanı
Ali
Fuat
Bu telde sözü geçen
uzun mektuplar, günlerce telgrafçıları oyalayan şifre tellerle
verildi. Birbirine ek olan o tellerden biri de şuydu:
Güvenlikle
ilgilidir.
Kişiye özeldir.
Ankara'dan,
17 Ağustos 1919
Üçüncü Ordu Müfettişliği
Kurmay Başkanı Kâzım Beyefendi'ye
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne: 16.7.1919 ve 880 sayılı
şifrenin dokuzuncu maddesine ektir:
Kara Vâsıf'ın 10 sayılı madde ile ilgili
olarak verdiği ek bilgi:
1-
Yardım için Amerika'yı isteyecek olursak ve bunu Doğu
İlleri Kongresi, Ulusal Kongre bir istek gibi telle Hükümetimize
bildirirse Wilson için, Amerika Kongresine karşı güzel bir dayanak
olacağından, İstanbul'daki aydınların çoğu bu düşünceden
yanadırlar ve böyle bir şey hazırlıyorlar. "Eğer
Anadolu'da yaparsa yararlı olur" diyorlar. Böyle olursa Amerika'nın
güdümünden yararlanarak öbür alçakları çıkarabiliriz; sonra
yalnızca Amerikalılarla karşılaşabiliriz ve onlarla uğraşmak
da kolay olur. Bir de Amerikalılar bizi pek çok kınıyorlar. Yani
hükümeti aşağılıyorlar, ulusumuzu da kınıyorlar.
Delegelerin İstanbul'dan çıkışını, Paris'e gidişini,
andırıları... Sonra diyorlar ki: "Avrupa'nın göze
alamadığını siz kabul ediyorsunuz. Örneğin: Avrupa büyük
Ermenistan yapmıyor. Sizin Sadrazam Toros'tan sınır veriyor.
Ermenistan istiyor. Oysa, şimdiye değin Amerika Komisyonlarından
hiçbirisi bile buna olabilir demedi. Genel raporlara göre Anadolu'da, Türkiye'de
bir Ermenistan olmak şöyle dursun, özerk ve yersel yönetimler (muhtar
mahallî idareler) kurmak bile olanaksızdır. Nüfusları yok.
Toprakları yok. Bu yönetim çok büyük bir askeri güce dayandırılmazsa
olmaz. Ermenilerde bu kuvvet olamaz. Amerika ise bu iyiliği yapamaz. Öbür
devletler de buna katlanamaz. Elverir ki, oralarını ele geçirsinler
ve (.....barış) yapsınlar. Bu da olamaz. Çekişme
engeldir." İşte İstanbul'un haberleri. Oraca üzerinde düşünülsün.
Zaman epeyce dardır. Amerikan Kongresi hemen hemen Wilson'u dinlemek üzeredir.
2-
İstanbul'da önemli değinmeler yapılıyor. Onun için
Mustafa Kemal Paşa genel bir buyruk verir mi? Yoksa lstanbul'un karar ve çalışmasına
uyar mı? Çalışmalardaki amaç, ulusun birliği, yurdun bütünlüğü,
bağımsızlığın ve egemenliğin sağlanması.
Eğer Mustafa Kemal Paşa buraya genel bir buyruk vermezse ve kendisi de
ivedilikle oradan Amerika ile, İngilizlerle ve öbür devletlerle ilişki
kurmazsa elbette burada da çalışmalar ilerleyecektir. Belki aykırı
bir şey olur. Buna dikkati çekerim, Bu rolü, siyasayı daha iyi yürütür
bir (tgtlkhn) (okunamamış sözcükler ?). Mustafa Kemal Paşa'nın
çalışmalarına, gücüne dayanmak ise (btlstn) (okunamamış
sözcükler ?) onun sözleri, demeçleriyle, tutum ve davranışlarıyla
her bakımdan yalanlanmış.
3-
Çolak Hüseyin Salâhattin iki yüzlü gidiyor. Sadık Bey'in en gözde
kullarından olan bu adamın önemli bir görev almaması düşünülüyor.
20'nci
Kolordu Komutanı
Ali
Fuat
Kara Vâsıf
Bey'e bildirmek üzere verilen yanıt şuydu:
Şifre
Kişiye özeldir.
İvedidir.
152
Erzurum'dan,
19.8.1919
Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat
Paşa Hazretleri'ne
17.8.1919 günlü tele Y. :
1-
Sözü edilen Amerikan güdüm ve yardımının pek çok
dikkatle incelenmesi ve ulusal amacımızla karşılaştırılması
pek önemlidir. İstanbul'da çalışanların amacı, ulusun
birliği, yurdun bütünlüğü, bağımsızlık ve
egemenliğin sağlanması diye anlatıldığına ve
gösterildiğine göre, Amerika'nın güdümü kabul edilince bu amaç,
dokunulmaz olarak kalabilir mi?
2-
Ulusal isteğe bağlı ve uygun olmayan kararlar hiçbir
zaman ulusça tanınmayacağından, ulusun ve yurdun alınyazısında
ulusal vicdanı yansıtmaktan başka bir şey olmayan ödevimizi
iyi yapabilmek için ulusal isteğin belirip birleşmesini beklemeden hiçbir
işte yetkili görünmemiz doğru değildir. Bundan ötürü, bizim
yabancılarla ilişki ve bağlantı kurmamızın, kongre
kararlarına dayanarak ulus adına yapılmasını yeğlemekteyiz.
Çok şükür yurdumuzdaki ulusal akımın pek çok gelişmesi,
kökleşmesi ve güçlenmekte oluşu bizleri hep bu noktaya çekiyor ve
çağırıyor.
3-
Şurası da dikkate alınmalıdır, ki ülkenin ve
ulusun alınyazısı üzerinde Amerika, ya da herhangi bir devletle
anlaşmaya yetkili olabilecek bir hükümet ancak ulusal egemenlik ilkesini
kabul eden ve bir ulusal kurulun varlığını onaylayarak ona
dayanma yolunu tutan bir hükümettir. Bunun için İstanbul Hükümetinde görev
alacak kişilerin ille bu nitelikte olması gerekir. Bizce böyle olduğu
gibi sizin oradaki çalışmanız da bu noktanın sağlanması
amacını gütmelidir.
4-
Yakında kongre kararlarını öğreneceksiniz. Gözlerinizden
öperiz.
Mustafa
Kemal
Geçici
Güdüm İşinin Kongrede Görüşülmesi
Bir küçük bilgi daha vereyim.
Sivas'a gelmiş olan, gazeteci Bay Bravn ile kendim görüşmeyi uygun gördüm.
Karşısındakini kolayca anlayan çok kavrayışlı bir
genç.
Şimdi baylar, Kongrede
güdüm işi üzerine yapılan görüşme ve tartışmayı,
elden geldiğince orada geçtiği gibi, yüce kurulunuza dinletmeye çalışacağım:
Birçok kişi söz
aldılar. Kimseye söz vermeden önce, başkanlık yerinden,
tutanaklara olduğu gibi geçen şu kısa düşünceleri öne sürdüm.
"Bu andırıdaki konular üzerinde görüşmeye başlamadan
önce bazı noktalara dikkatinizi çekmek isterim. Bu raporda, örneğin
Bay Bravn'dan söz edilmekte ve elli bin kişilik bir işçi ordusu
getirtileceğini söylediği yazılmaktadır.
Baylar, Bay Bravn:
"Ben resmi bir kişi olarak görüşmüyorum, büsbütün özel
olarak görüşüyorum." diyor ve Amerika'nın güdümü kabul
edeceğini değil, belki etmeyeceğini söylüyor. Onun için sözleri,
Amerika adına değil, kendi adınadır; güdümün ne olduğunu
kendisi de bilmiyor. "Güdüm, siz ne derseniz odur." diyor. Bu andırıda
önemli olarak güdüm sorunu vardır. Bunun üzerinde görüşme açmadan
önce on dakika dinlenelim (saat: 3.25)."
Sonraki oturumda:
"İlk söz Vâsıf Bey'indir." dedim.
Vâsıf Bey
ilkin, güdümün tanımı üzerinde uzun bir konuşma yaptı. Sözü
başkalarına bıraktı. Bir daha söz aldı ve: "İlkin
genel olarak güdümü kabul edelim de koşulları üzerinde sonradan görüşürüz."
dedi.
Üyelerden Macit Bey
adında bir kişi: "Genel Kurulca asıl görüşülecek
konu, şimdiden sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak
mıyız? Güdümü ne türlü anlayarak güdümcü ile nasıl görüşeceğiz?
Güdümcü kim olacaktır? Asıl sorun budur." yollu konuştu.
Ben, başkanlık yerinden: "Sanırım, bu raporda iki görüş
beliriyor: Bunların birincisi, devletin iç ve dış bağımsızlığından
vazgeçememesi ve ikincisi de devlet ve ulusun zararlı dış baskılara
karşı bir yardım ve desteğe gereksinmesi bulunup bulunmamasıdır.
Asıl duraksamayı gerektiren nokta budur. İzin verilirse, bu nokta
üzerinde düşünülmesi için raporu Öneri Komisyonuna (Teklif Encümenine)
verelim. Sonra da yüce kurulunuza sunalım. Her halde iç ve dış
bağımsızlığımızı yitirmek
istemiyoruz." dedim. Bunun üzerine söz alan Bekir Sami Bey:
"Üzerimize aldığımız görev çok ağır ve önemlidir;
boş tartışmalara ayıracak hiçbir dakikamız yoktur. Bu
andırımız üzerinde görüşelim ve ivedilikle vakit geçirmeksizin
bir karara varalım." dedi. Ben, başkanlık yerinden: "Bu sorunu komisyon başkanı olmak dolayısıyla,
açıklayayım (Öneri Komisyonu Başkanı da bendim): Bu andırı,
komisyonda okundu ve pek çok görüşüldü, tartışıldı;
fakat kesin karar verecek bir kanıya varılamadı. Daha önce,
genel kurulda okunmaksızın Öneri Komisyonuna verilmişti. Bunun için
bir kez de burada okunup genel kurulun görüşü belli olduktan sonra gene
Öneri Komisyonuna verilerek kesin kararı vermek istemiştik."
dedim.
İsmail Fâzıl Paşa
(rahmetli) da söz alarak şunları söyledi: "Bekir Sami Bey'in düşüncesine
katılırım; yitirecek zamanımız yoktur. Aslına bakılırsa
iş de kolaylaşmıştır; tam bağımsızlık
mı, yoksa yabancı bir devletin güdümünü mü isteyeceğiz?
Alacağımız karar budur. Böyle önemli, en önemli olan bir işi,
bir daha komisyona göndermek ve ondan sonra yeniden genel kurula getirmekle
vakit geçirmeyelim. İş uzar. Zamanımız değerlidir.
Buna bugün, yarın, ya da öbür gün her halde genel kurulda bir karar
verelim. Komisyonda vakit geçirmeyelim. Çünkü pek özlü bir sorundur."
Bundan sonra Hâmi
Bey söz alarak İsmail Paşa Hazretleri ile Bekir Sami Beyefendi'nin düşüncelerine
katıldığını söyledikten sonra: "Her halde bize
bir yardım gereklidir; bunun en ilkel kanıtı da, devlet
gelirlerinin ancak borcumuzun faizini karşılayabilmesidir."
buyurdular.
Bundan sonra Raif
Efendi, güdüme karşı konuştu. İsmail Fâzıl Paşa
ona karşılık yollu uzun bir konuşma yaptı. Ondan sonra
yeniden Bekir
Sami Bey konuştu ve dedi ki: "İsmail Fâzıl
Paşa Hazretleri'nin her bakımdan katıldığım konuşmasına
bir şey ekleyeceğim: Kırım Savaşını, düşmanı
yenerek bitirdikten sonra katıldığımız Paris
Kongresinde, savaş ortaklarımızın (müttefiklerimizin)
bize yükledikleri o bilinen koşullarla bu şimdi okunan andırıdaki
isteklerimiz karşılaştırılacak olursa, hangisinin daha
çok bağımsızlığı zedelediği anlaşılır
sanırım."
Bekir Sami Bey'den
sonra Hâmi Bey ve Hâmi Bey'den sonra da Refet Bey (Refet Paşa) konuştular.
Refet Bey'in söylediği şuydu: "Güdümün bağımsızlığı
zedelemeyeceği kuşku götürmez iken, bazı arkadaşlarımız:
Bağımsız mı kalacağız, yoksa güdümü mü kabul
edeceğiz? yollu birtakım düşünceler ileri sürüyorlar. Onun için
her şeyden önce güdümün ne olduğu anlaşılmalıdır.
Bununla birlikte, güdümden söz açmadan önce de, zihinleri gıcıklayan
bu raporda, bu deyime ne gözle bakıldığını anlamak
gerekir. Fâzıl Paşa Hazretleri 'bağımsızlığı
koruma koşulu ile güdüm' buyuruyorlar. Hâmi Beyefendi'nin güdümle
ilgili olarak verdiği andırı iki bölüme ayrılıyor:
Bir gerekçe bölümü var, ondan sonra bir de güdümün tanımıyla
ilgili bölüm var... Güdüm sorununu bunlardaki görüşlere göre ele
almak için önce bir noktayı anlamak isterim; bu andırının
içindekiler genel kurulca görüşülmüş müdür, görüşülmemiş
midir?" İsmail Fâzıl Paşa: "Yanlış anlamaya
yol açtığından biz üçümüz (yani Fâzıl Paşa, Bekir
Sami ve Hâmi beyler) bu andırıyı geri alıyoruz. Verilmemiş
saydık." dedi (Bu andırının müsveddesi de temizi de
kendilerinde kalmıştır).
Başkanlıktan:
"Andırı geri alınmıştır." dedim.
Andırının
geri alındığına bakmayarak söz alan Refet Bey, tutanakta beş altı sayfa yer tutan özenli (beliğ)
bir söylev verdi. Bu söylevin, tutanaktan olduğu gibi aldığım
bazı tümceleri, söylevcinin amacını açıklamaya
yetecektir, sanırım.
Refet Bey diyordu ki:
"Bizim, Amerikan güdümünü yeğ tutmaktan amacımız, bütün
toplumları tutsak kılan; yürekleri, vicdanları söndüren İngiliz
güdümünden kurtulmak, yumuşak ve ulusların vicdanlarına saygı
gösteren Amerika'yı kabul etmektir. Yoksa, asıl iş para sorunu
değildir........................ söz olarak, güdüm ile bağımsızlık
birbirine engel şeyler değildir; yalnız eğer biz gerçekte güçlü
olmazsak işte o zaman güdüm altında eziliriz ve o zaman güdüm
bizim için bağımsızlığı bozucu olur. Bir de,
diyelim ki biz içerde ve dışarda tam bir bağımsızlık
isteriz. Ama, acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz, yapamayacak
mıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar
mı, bırakmayacaklar mı? Bunu düşünelim. Şurası
kuşku götürmez ki, bugün İngiltere, Fransa, İtalya ve
Yunanistan bizi paylaşmak istiyorlar; ama eğer biz, bugün bir
devletin kefilliği altında bir barış yapacak olursak
ileride, uygun koşullar altında bulunur bulunmaz hemen döner ve kendi
çıkarımızı sağlarız. Ama eğer olumsuz bir
durum ortaya çıkacak olursa acaba büsbütün zarar etmiş olmayacak mıyız?
..................Her halde bir Amerika kefilliğini kabul etmek zorundayız.
Yirminci yüzyılda beş yüz milyon lira borcu, yıkık bir ülkesi,
pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak on, on beş milyon lira
geliri olan bir ulus, bir dış yardım olmaksızın yaşayamaz.
Eğer bundan sonra da bu durumumuzda kalır ve bir dış yardımla
kalkınmayacak olursak, belki ileride Yunanistan'ın bile saldırılarına
karşı kendimizi savunamayız...
Tanrı korusun, eğer
İzmir Yunanlılarda kalsa ve aramızda bir savaş açılsa
düşmanımız, Yunanistan'dan vapurla asker getirecek durumda iken
acaba biz Erzurum'dan hangi trenlerle ulaştırmamızı
yapabileceğiz? Bundan dolayı, Amerikan güdümü her şeyden önce
bir kefil ve destek bulmak için gereklidir." Söylevci sözlerini şöyle
bitirdi: "Eğer bu söylediklerimle gelecek görüşmelere bir başlangıç
yapabildimse buna sevinirim."
Baylar, bu parlak ve
ustaca söylevin, dinleyenlerin düşünce ve kanıları üzerinde
yapabileceği yanıltıcı etkinin ölçüsünü kolaylıkla
kavrayabilirsiniz... Bunun ardından gelebilecek olan aynı düşüncedeki
söylevcilerin söylevleriyle kongre üyelerinin büsbütün zehirlenmesine
meydan vermemek ve özel aydınlatma ve uyarmalara zaman bulabilmek için
hemen: "On dakika dinlenelim efendim," diyerek oturuma ara verdim
(saat: 5.30'da).
Baylar, bu söylevin
son cümleleri dikkat çekicidir. Refet Beyefendi, Yunanlıları İzmir'de
geçici sayıyor ve onlarla savaşmakta olduğumuzu kabul etmiyor.
Yunanlılar İzmir'de kalırsa ve savaş durumuna girilirse başa
çıkamayacağımız kanısında bulunuyor.
Bundan sonraki
oturumda Bursa delegelerinden. Ahmet Nuri Bey, güdüme karşı uzun bir
konuşma yaptı. Hâmi Bey buna daha uzun bir konuşma ile karşılık
verdi ve gerçekten pek uzun olan söylevinin sonlarına doğru konuşmasını,
şu bilgileri vererek pekiştiriyordu:
"Ama şimdi
biraz da işin kesin bildiğim bir yönünden söz açacağım.
İşin bu evresinde ilgili kişi ile kendim görüştüğümden
sözlerim yaklaşık değil kesindir. İstanbul' dan ayrılmadan
önce eski sadrazam İzzet Paşa Hazretleri'ni görmeğe gitmiştim.
Kendileri de kesinlikle bir güdümün bizim için gerekli olduğu kanısında
idiler. Benden de bu konudaki düşüncemi sordular, ben de düşündüklerimi
söyledim. Birkaç gün sonra beni çağırtıp şu sorunu açıkladılar:
Suriye ve Adana bölgesinde dolaştıktan sonra İstanbul'a gelip
siyasal partilerin görüşlerini öğrenmeye çalışan Amerika
Soruşturma Kurulu Üyeleri, İzzet Paşa'yı konağında
ziyaret ederek Anadolu'daki ulusal örgütün Türk ulusunu temsil ettiğine
inandıklarını ve Paşa'yı da (yani İzzet Paşa'yı)
bu işe önayak olan bir kişi olarak bildiklerini söylemişler ve:
"Eğer siz Erzurum ve Sivas kongrelerine Amerika'nın güdümünü
istetecek olursanız, Amerika da Osmanlı Devleti'nin güdümcülüğünü
kabul edecektir." demişler. Paşa bunu bana anlattıktan
sonra, bu ulusun bir savaşa daha gücü kalmadığını ve
her halde böyle bir çareye başvurmak zorunda bulunduğumuzu söyledi
ve Sivas'a gittiğim zaman oradakilere bu durumu anlatmaklığımı
öğütledi. İzzet Paşa da bu yolla istenecek bir güdümün yüzde
doksan kabul edilebileceği ve yalnız bizim için birtakım koşullar
ileri sürmenin zorunlu bulunduğu kanısındadır. Paşa,
ulusun isteğine dayanmaksızın Amerika'nın güdümcülüğü
kabul edemeyeceğini, Kongrece belirtilecek isteğin Avrupa devletlerine
karşı Amerika için bir dayanak olacağını bile söyledi.
Ben bu sorunu İstanbul'dan şifre ile Erzurum'da Rauf Bey'e bildirdim.
Güdümün kendisinden çok adına takılanlar yok yere kaygıya düşüyorlar.
Kelimenin önemi yoktur. Önem, işin özünde ve niteliğindedir. Güdüm
altına girdik demeyelim de isterlerse, sonsuza değin yaşayacak
devlet (devleti ebed-müddet) olduk diyelim."
Bu son söze karşılık
verenler arasında Hüsrev Sami Bey'in şöyle bağırdığı işitildi:
"Ama bizim bu çalışmadan amacımız, kendimizi savunarak
sonsuza değin yaşayacak ulus olduğumuzu tanıtlamaktır
(ispat etmektir)!" Hâmi Bey buna karşılık, eski düşüncesinden
vazgeçer gibi bir yanıt verirken Kara Vâsıf Bey söz aldı ve o
günkü oturumun sonuna değin konuştu. Vâsıf Bey'in uzun sözlerinin
özetini, tutanağa olduğu gibi geçen şu cümlelerle yüce görüşlerinize
sunuyorum: "Bütün devletler bizi tam bağımsız bile bırakacaklarını
söyleseler yine de desteksiz yapamayız (Vâsıf Bey sözlerinin başlangıcında,
güdüme destek adını verelim, demişti). Dört yüzle beş yüz
milyon lira arasında borcumuz var. Bu parayı kimse kimseye bağışlamaz.
Bize `Bunu ödeyiniz.' diyecekler; oysa bizim gelirimiz bunun faizine bile
yetmez. O zaman güç bir durumda kalacağız; bunun için bağımsız
yaşamaya akçalı (mali) durumumuz elverişli değildir. Sonra,
yanıbaşımızda bizi paylaşmayı amaç edinmiş hükümetler
var; onların bu açgözlülükleri karşısında yok oluruz.
Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçakla havada uçuyorlar, biz daha
kağnı arabasından kurtulamıyoruz. Onlar zırhlı yapıyorlar,
biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Bu durumumuzla bugün bağımsızlığımızı
kurtarsak bile yine günün birinde bizi paylaşırlar."
Vâsıf Bey konuşmasını
şu sözlerle bitiriyordu:
"...İstanbul'daki
Amerikalılar: Güdümden korkmayınız, Milletler
Cemiyeti Tüzüğünde
yer almıştır, diyorlar. İşte bütün bu nedenlerden ötürü
İngiltere'yi kendimize temelli düşman, Amerika'yı da katlanılabilir
bir kötü yönetici sayıyorum. Eğer uygun bulursanız buradan
İstanbul'daki temsilciye bir mektup yazıp gizlice bir kurul göndermek
için bir torpido isteyebiliriz."
Eylülün dokuzuncu
salı günü yapılan toplantıda güdüm konusuna dokunan Rauf
Bey'in, tutanağa geçen sözleri şudur: "Bu güdüm sorunu üzerine
şimdiye dek gerek basın ve gerekse başka çevrelerce birçok sözler
söylendi. Yüce kurulunuz, dış destek düşüncesini kabul
buyurdu ise de bu desteği kimden isteyeceğimiz belirtilmedi. Amerika
olduğu kapalı olarak anlatılıyorsa da, bence doğrudan
doğruya adının söylenmesinde bir sakınca olamaz."
Geçici
Güdüm İşinin Kongrede Görüşülmesi
Bir küçük bilgi daha vereyim.
Sivas'a gelmiş olan, gazeteci Bay Bravn ile kendim görüşmeyi uygun gördüm.
Karşısındakini kolayca anlayan çok kavrayışlı bir
genç.
Şimdi baylar, Kongrede
güdüm işi üzerine yapılan görüşme ve tartışmayı,
elden geldiğince orada geçtiği gibi, yüce kurulunuza dinletmeye çalışacağım:
Birçok kişi söz
aldılar. Kimseye söz vermeden önce, başkanlık yerinden,
tutanaklara olduğu gibi geçen şu kısa düşünceleri öne sürdüm.
"Bu andırıdaki konular üzerinde görüşmeye başlamadan
önce bazı noktalara dikkatinizi çekmek isterim. Bu raporda, örneğin
Bay Bravn'dan söz edilmekte ve elli bin kişilik bir işçi ordusu
getirtileceğini söylediği yazılmaktadır.
Baylar, Bay Bravn:
"Ben resmi bir kişi olarak görüşmüyorum, büsbütün özel
olarak görüşüyorum." diyor ve Amerika'nın güdümü kabul
edeceğini değil, belki etmeyeceğini söylüyor. Onun için sözleri,
Amerika adına değil, kendi adınadır; güdümün ne olduğunu
kendisi de bilmiyor. "Güdüm, siz ne derseniz odur." diyor. Bu andırıda
önemli olarak güdüm sorunu vardır. Bunun üzerinde görüşme açmadan
önce on dakika dinlenelim (saat: 3.25)."
Sonraki oturumda:
"İlk söz Vâsıf Bey'indir." dedim.
Vâsıf Bey
ilkin, güdümün tanımı üzerinde uzun bir konuşma yaptı. Sözü
başkalarına bıraktı. Bir daha söz aldı ve: "İlkin
genel olarak güdümü kabul edelim de koşulları üzerinde sonradan görüşürüz."
dedi.
Üyelerden Macit Bey
adında bir kişi: "Genel Kurulca asıl görüşülecek
konu, şimdiden sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak
mıyız? Güdümü ne türlü anlayarak güdümcü ile nasıl görüşeceğiz?
Güdümcü kim olacaktır? Asıl sorun budur." yollu konuştu.
Ben, başkanlık yerinden: "Sanırım, bu raporda iki görüş
beliriyor: Bunların birincisi, devletin iç ve dış bağımsızlığından
vazgeçememesi ve ikincisi de devlet ve ulusun zararlı dış baskılara
karşı bir yardım ve desteğe gereksinmesi bulunup bulunmamasıdır.
Asıl duraksamayı gerektiren nokta budur. İzin verilirse, bu nokta
üzerinde düşünülmesi için raporu Öneri Komisyonuna (Teklif Encümenine)
verelim. Sonra da yüce kurulunuza sunalım. Her halde iç ve dış
bağımsızlığımızı yitirmek
istemiyoruz." dedim. Bunun üzerine söz alan Bekir Sami Bey:
"Üzerimize aldığımız görev çok ağır ve önemlidir;
boş tartışmalara ayıracak hiçbir dakikamız yoktur. Bu
andırımız üzerinde görüşelim ve ivedilikle vakit geçirmeksizin
bir karara varalım." dedi. Ben, başkanlık yerinden: "Bu sorunu komisyon başkanı olmak dolayısıyla,
açıklayayım (Öneri Komisyonu Başkanı da bendim): Bu andırı,
komisyonda okundu ve pek çok görüşüldü, tartışıldı;
fakat kesin karar verecek bir kanıya varılamadı. Daha önce,
genel kurulda okunmaksızın Öneri Komisyonuna verilmişti. Bunun için
bir kez de burada okunup genel kurulun görüşü belli olduktan sonra gene
Öneri Komisyonuna verilerek kesin kararı vermek istemiştik."
dedim. İsmail Fâzıl Paşa
(rahmetli) da söz alarak şunları söyledi: "Bekir Sami Bey'in düşüncesine
katılırım; yitirecek zamanımız yoktur. Aslına bakılırsa
iş de kolaylaşmıştır; tam bağımsızlık
mı, yoksa yabancı bir devletin güdümünü mü isteyeceğiz?
Alacağımız karar budur. Böyle önemli, en önemli olan bir işi,
bir daha komisyona göndermek ve ondan sonra yeniden genel kurula getirmekle
vakit geçirmeyelim. İş uzar. Zamanımız değerlidir.
Buna bugün, yarın, ya da öbür gün her halde genel kurulda bir karar
verelim. Komisyonda vakit geçirmeyelim. Çünkü pek özlü bir sorundur."
Bundan sonra Hâmi
Bey söz alarak İsmail Paşa Hazretleri ile Bekir Sami Beyefendi'nin düşüncelerine
katıldığını söyledikten sonra: "Her halde bize
bir yardım gereklidir; bunun en ilkel kanıtı da, devlet
gelirlerinin ancak borcumuzun faizini karşılayabilmesidir."
buyurdular.
Bundan sonra Raif
Efendi, güdüme karşı konuştu. İsmail Fâzıl Paşa
ona karşılık yollu uzun bir konuşma yaptı. Ondan sonra
yeniden Bekir
Sami Bey konuştu ve dedi ki: "İsmail Fâzıl
Paşa Hazretleri'nin her bakımdan katıldığım konuşmasına
bir şey ekleyeceğim: Kırım Savaşını, düşmanı
yenerek bitirdikten sonra katıldığımız Paris
Kongresinde, savaş ortaklarımızın (müttefiklerimizin)
bize yükledikleri o bilinen koşullarla bu şimdi okunan andırıdaki
isteklerimiz karşılaştırılacak olursa, hangisinin daha
çok bağımsızlığı zedelediği anlaşılır
sanırım."
Bekir Sami Bey'den
sonra Hâmi Bey ve Hâmi Bey'den sonra da Refet Bey (Refet Paşa) konuştular.
Refet Bey'in söylediği şuydu: "Güdümün bağımsızlığı
zedelemeyeceği kuşku götürmez iken, bazı arkadaşlarımız:
Bağımsız mı kalacağız, yoksa güdümü mü kabul
edeceğiz? yollu birtakım düşünceler ileri sürüyorlar. Onun için
her şeyden önce güdümün ne olduğu anlaşılmalıdır.
Bununla birlikte, güdümden söz açmadan önce de, zihinleri gıcıklayan
bu raporda, bu deyime ne gözle bakıldığını anlamak
gerekir. Fâzıl Paşa Hazretleri 'bağımsızlığı
koruma koşulu ile güdüm' buyuruyorlar. Hâmi Beyefendi'nin güdümle
ilgili olarak verdiği andırı iki bölüme ayrılıyor:
Bir gerekçe bölümü var, ondan sonra bir de güdümün tanımıyla
ilgili bölüm var... Güdüm sorununu bunlardaki görüşlere göre ele
almak için önce bir noktayı anlamak isterim; bu andırının
içindekiler genel kurulca görüşülmüş müdür, görüşülmemiş
midir?" İsmail Fâzıl Paşa: "Yanlış anlamaya
yol açtığından biz üçümüz (yani Fâzıl Paşa, Bekir
Sami ve Hâmi beyler) bu andırıyı geri alıyoruz. Verilmemiş
saydık." dedi (Bu andırının müsveddesi de temizi de
kendilerinde kalmıştır).
Başkanlıktan:
"Andırı geri alınmıştır." dedim.
Andırının
geri alındığına bakmayarak söz alan Refet Bey, tutanakta beş altı sayfa yer tutan özenli (beliğ)
bir söylev verdi. Bu söylevin, tutanaktan olduğu gibi aldığım
bazı tümceleri, söylevcinin amacını açıklamaya
yetecektir, sanırım.
Refet Bey diyordu ki:
"Bizim, Amerikan güdümünü yeğ tutmaktan amacımız, bütün
toplumları tutsak kılan; yürekleri, vicdanları söndüren İngiliz
güdümünden kurtulmak, yumuşak ve ulusların vicdanlarına saygı
gösteren Amerika'yı kabul etmektir. Yoksa, asıl iş para sorunu
değildir........................ söz olarak, güdüm ile bağımsızlık
birbirine engel şeyler değildir; yalnız eğer biz gerçekte güçlü
olmazsak işte o zaman güdüm altında eziliriz ve o zaman güdüm
bizim için bağımsızlığı bozucu olur. Bir de,
diyelim ki biz içerde ve dışarda tam bir bağımsızlık
isteriz. Ama, acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz, yapamayacak
mıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar
mı, bırakmayacaklar mı? Bunu düşünelim. Şurası
kuşku götürmez ki, bugün İngiltere, Fransa, İtalya ve
Yunanistan bizi paylaşmak istiyorlar; ama eğer biz, bugün bir
devletin kefilliği altında bir barış yapacak olursak
ileride, uygun koşullar altında bulunur bulunmaz hemen döner ve kendi
çıkarımızı sağlarız. Ama eğer olumsuz bir
durum ortaya çıkacak olursa acaba büsbütün zarar etmiş olmayacak mıyız?
..................Her halde bir Amerika kefilliğini kabul etmek zorundayız.
Yirminci yüzyılda beş yüz milyon lira borcu, yıkık bir ülkesi,
pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak on, on beş milyon lira
geliri olan bir ulus, bir dış yardım olmaksızın yaşayamaz.
Eğer bundan sonra da bu durumumuzda kalır ve bir dış yardımla
kalkınmayacak olursak, belki ileride Yunanistan'ın bile saldırılarına
karşı kendimizi savunamayız...
Tanrı korusun, eğer
İzmir Yunanlılarda kalsa ve aramızda bir savaş açılsa
düşmanımız, Yunanistan'dan vapurla asker getirecek durumda iken
acaba biz Erzurum'dan hangi trenlerle ulaştırmamızı
yapabileceğiz? Bundan dolayı, Amerikan güdümü her şeyden önce
bir kefil ve destek bulmak için gereklidir." Söylevci sözlerini şöyle
bitirdi: "Eğer bu söylediklerimle gelecek görüşmelere bir başlangıç
yapabildimse buna sevinirim."
Baylar, bu parlak ve
ustaca söylevin, dinleyenlerin düşünce ve kanıları üzerinde
yapabileceği yanıltıcı etkinin ölçüsünü kolaylıkla
kavrayabilirsiniz... Bunun ardından gelebilecek olan aynı düşüncedeki
söylevcilerin söylevleriyle kongre üyelerinin büsbütün zehirlenmesine
meydan vermemek ve özel aydınlatma ve uyarmalara zaman bulabilmek için
hemen: "On dakika dinlenelim efendim," diyerek oturuma ara verdim
(saat: 5.30'da).
Baylar, bu söylevin
son cümleleri dikkat çekicidir. Refet Beyefendi, Yunanlıları İzmir'de
geçici sayıyor ve onlarla savaşmakta olduğumuzu kabul etmiyor.
Yunanlılar İzmir'de kalırsa ve savaş durumuna girilirse başa
çıkamayacağımız kanısında bulunuyor.
Bundan sonraki
oturumda Bursa delegelerinden. Ahmet Nuri Bey, güdüme karşı uzun bir
konuşma yaptı. Hâmi Bey buna daha uzun bir konuşma ile karşılık
verdi ve gerçekten pek uzun olan söylevinin sonlarına doğru konuşmasını,
şu bilgileri vererek pekiştiriyordu:
"Ama şimdi biraz da işin kesin bildiğim bir yönünden söz açacağım. İşin bu evresinde ilgili kişi ile kendim görüştüğümden sözlerim yaklaşık değil kesindir. İstanbul' dan ayrılmadan önce eski sadrazam İzzet Paşa Hazretleri'ni görmeğe gitmiştim. Kendileri de kesinlikle bir güdümün bizim için gerekli olduğu kanısında idiler. Benden de bu konudaki düşüncemi sordular, ben de düşündüklerimi söyledim. Birkaç gün sonra beni çağırtıp şu sorunu açıkladılar: Suriye ve Adana bölgesinde dolaştıktan sonra İstanbul'a gelip siyasal partilerin görüşlerini öğrenmeye çalışan Amerika Soruşturma Kurulu Üyeleri, İzzet Paşa'yı konağında ziyaret ederek Anadolu'daki ulusal örgütün Türk ulusunu temsil ettiğine inandıklarını ve Paşa'yı da (yani İzzet Paşa'yı) bu işe önayak olan bir kişi olarak bildiklerini söylemişler ve: "Eğer siz Erzurum ve Sivas kongrelerine Amerika'nın güdümünü istetecek olursanız, Amerika da Osmanlı Devleti'nin güdümcülüğünü kabul edecektir." demişler. Paşa bunu bana anlattıktan sonra, bu ulusun bir savaşa daha gücü kalmadığını ve her halde böyle bir çareye başvurmak zorunda bulunduğumuzu söyledi ve Sivas'a gittiğim zaman oradakilere bu durumu anlatmaklığımı öğütledi. İzzet Paşa da bu yolla istenecek bir güdümün yüzde doksan kabul edilebileceği ve yalnız bizim için birtakım koşullar ileri sürmenin zorunlu bulunduğu kanısındadır. Paşa, ulusun isteğine dayanmaksızın Amerika'nın güdümcülüğü kabul edemeyeceğini, Kongrece belirtilecek isteğin Avrupa devletlerine karşı Amerika için bir dayanak olacağını bile söyledi. Ben bu sorunu İstanbul'dan şifre ile Erzurum'da Rauf Bey'e bildirdim. Güdümün kendisinden çok adına takılanlar yok yere kaygıya düşüyorlar. Kelimenin önemi yoktur. Önem, işin özünde ve niteliğindedir. Güdüm altına girdik demeyelim de isterlerse, sonsuza değin yaşayacak devlet (devleti ebed-müddet) olduk diyelim.
Bu son söze karşılık
verenler arasında Hüsrev Sami Bey'in şöyle bağırdığı işitildi:
"Ama bizim bu çalışmadan amacımız, kendimizi savunarak
sonsuza değin yaşayacak ulus olduğumuzu tanıtlamaktır
(ispat etmektir)!" Hâmi Bey buna karşılık, eski düşüncesinden
vazgeçer gibi bir yanıt verirken Kara Vâsıf Bey söz aldı ve o
günkü oturumun sonuna değin konuştu. Vâsıf Bey'in uzun sözlerinin
özetini, tutanağa olduğu gibi geçen şu cümlelerle yüce görüşlerinize
sunuyorum: "Bütün devletler bizi tam bağımsız bile bırakacaklarını
söyleseler yine de desteksiz yapamayız (Vâsıf Bey sözlerinin başlangıcında,
güdüme destek adını verelim, demişti). Dört yüzle beş yüz
milyon lira arasında borcumuz var. Bu parayı kimse kimseye bağışlamaz.
Bize `Bunu ödeyiniz.' diyecekler; oysa bizim gelirimiz bunun faizine bile
yetmez. O zaman güç bir durumda kalacağız; bunun için bağımsız
yaşamaya akçalı (mali) durumumuz elverişli değildir. Sonra,
yanıbaşımızda bizi paylaşmayı amaç edinmiş hükümetler
var; onların bu açgözlülükleri karşısında yok oluruz.
Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçakla havada uçuyorlar, biz daha
kağnı arabasından kurtulamıyoruz. Onlar zırhlı yapıyorlar,
biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Bu durumumuzla bugün bağımsızlığımızı
kurtarsak bile yine günün birinde bizi paylaşırlar."
Vâsıf Bey konuşmasını
şu sözlerle bitiriyordu:
"...İstanbul'daki
Amerikalılar: Güdümden korkmayınız, Milletler
Cemiyeti Tüzüğünde
yer almıştır, diyorlar. İşte bütün bu nedenlerden ötürü
İngiltere'yi kendimize temelli düşman, Amerika'yı da katlanılabilir
bir kötü yönetici sayıyorum. Eğer uygun bulursanız buradan
İstanbul'daki temsilciye bir mektup yazıp gizlice bir kurul göndermek
için bir torpido isteyebiliriz."
Eylülün dokuzuncu
salı günü yapılan toplantıda güdüm konusuna dokunan Rauf
Bey'in, tutanağa geçen sözleri şudur: "Bu güdüm sorunu üzerine
şimdiye dek gerek basın ve gerekse başka çevrelerce birçok sözler
söylendi. Yüce kurulunuz, dış destek düşüncesini kabul
buyurdu ise de bu desteği kimden isteyeceğimiz belirtilmedi. Amerika
olduğu kapalı olarak anlatılıyorsa da, bence doğrudan
doğruya adının söylenmesinde bir sakınca olamaz."
Erzurum
Kongresi Hiçbir Türlü Güdüm Kabulüne Karar Vermiş Değildir
Bu sözlere
bakılırsa Rauf Bey'in görüşüyle, gerek Sivas Kongresi ve gerek
Erzurum Kongresi genel kurullarının görüşleri arasında bir
yanlış anlama olduğu kuşku götürmez. Rauf Bey'in konuşmasında
yorumlanan bu anlayışın, gerek Erzurum ve gerek Sivas kongreleri
bildirilerinin yedinci maddesindeki yazılış özelliğinden doğduğu
kanısına varılabilir. Gerçekten, bu maddenin yazılışında,
belki güdüm isteme pek ileri giden ve sonu gelmez propagandalarıyla
kamuoyunu bulandıranları susturmak ve belki bundan daha çok, onların
savlarına bir karşılık olmak üzere bir çeşit özellik
vardır. Maddede yazılanlar, mantık ışığında
incelenince ve düşünülünce ne güdüm ve ne de Amerika'nın güdümcülüğünü
isteme düşüncesini kapsamadığı anlaşılır.
Bu noktayı açıkça göstermek için söz konusu maddeyi olduğu
gibi hatırlatmak isterim:
"Madde 7- Ulusumuz, bu çağın ülkülerini yüce
bilir; teknik, sanayi ve iktisat durumumuzu ve bize gerekli olanları iyice
anlar. Bundan ötürü, devletimizin ve ulusumuzun içte ve dışta bağımsızlığı
ve yurdumuzun bütünlüğü korunmak koşuluyla, altıncı
maddede belirtilen sınır içinde, ulusçuluk ilkelerine saygılı
ve yurdumuzu ele geçirme amacı gütmeyen herhangi devletin teknik, sanayi,
iktisat yardımını sevinçle karşılarız ve bu
adaletlice, insanca koşulları kapsayan bir barışın da
ivedilikle gerçekleşmesi, insanlığın esenliği ve dünyanın
rahatlığı adına ulusal isteklerimizin en önemlisidir."
Baylar, bu maddenin hangi noktasında güdüm düşüncesi
ve güdümcünün Amerika olacağı düşüncesi vardır? Olsa
olsa: "Herhangi devletin teknik, sanayi, iktisat yardımını
sevinçle karşılarız." sözlerinden güdüm düşüncesine
kapılanlar bulunabilir. Ama, güdümün anlamı ve özü elbette bu değildir.
Her zaman ve bugün de bu açık anlama göre yapılacak yardımları
sevinçle karşılamaktayız ve karşılarız. Nitekim,
Ankara-Ereğli ve Keller (Bugünkü adı:Fevzipaşa)-Diyarbakır
demiryollarının yapılması için bir İsveç grubunun ve
Kayseri-Sivas-Turhal yollarının yapılması için de bir Belçika
grubunun teknik, sanayi, iktisat yardımlarını seve seve kabul
ettik ve sözgelişi Ankara kentinin ve öbür Anadolu kentlerimizin bir an
önce bayındırlaştırılmasına ve bütün öteki
demiryollarımızla karayollarımızın ve limanlarımızın
yapımına yardım etmek isteyecek yabancı sermaye sahiplerinin
yardımlarını seve seve kabul ederiz. Yeter ki yurdumuza sermaye
getireceklerin, devletimizin ve ulusumuzun iç ve dış bağımsızlığını
ve yurdumuzun bütünlüğünü zedeleme ereğini güden gizli düşünceleri
olmasın. Bu maddede yer alan "ulusçuluk ilkelerine saygılı
ve yurdumuzu ele geçirme amacı gütmeyen herhangi devlet" sözünden
Amerika Devleti anlamı çıkarılmasına yer yoktur. Çünkü
bu ilkelere saygılı dünya devleti yalnız Amerika da değildir.
Örneğin İsveç Devleti, Belçika Devleti de bu nitelikte devletler değil
midir? Bu devletlerden herhangi birinin güdümcülüğü de söz konusu
olabilir mi? Bir de, eğer Amerika Devletine kapalı olarak işaret
edilmek istenseydi "herhangi devletin" yerine "bir devletin"
ya da hiç olmazsa sadece "devletin" sözleriyle yetinmek gerekirdi.
Demek ki, maddenin açıkladığı koşullar içinde teknik,
sanayi, iktisat yardımın iyiye yorulduğu bütün devletleri
kapsar görüldüğü açıktır.
Baylar, bu güdüm konusundaki görüşümü -ki bundan önce
yapılan ve bu dakikada yüce kurulunuzun da bilgi edinmiş bulunduğu
bunca yazışma ve tartışmalarımızla tanıtlanmıştır-
aylardan beri gece gündüz yanımda bulunan bir arkadaşın daha
anlamamış olduğu düşünülebilir mi? Öyle ise, ya Rauf
Bey'in öteden beri benimle görüş birliği yoktu; ya da görüş
birliği vardı da Sivas'ta İstanbul'dan gelenlerle konuştuktan
sonra düşüncesini değiştirmişti. Burasını
kestirmek bence güçtür. Şimdi biraz daha Rauf Bey'i dinleyelim. Rauf
Bey, sözlerine şöylece devam ediyor:
"Ateşkes Anlaşmasının yapıldığı
sıralarda Almanlar barış antlaşmasını imza
etmeyecek sanılırken İngiliz basını bazı gizli
şeyleri açığa vurdular. Bunlardan birincisi, Almanya'nın
barış antlaşmasını imza edeceği konusuydu. Bu gerçekleşti.
İkincisi de Türkiye'nin paylaşılması konusuydu. Bu çok
şükür, gerçekleşmedi. Buna göre: Konferansın kararı gereğince
Kızılırmak'ın doğu yanı Ermenistan sayılarak
Amerika koruyuculuğuna veriliyor. Belki Gürcistan'la Azerbaycan da
Amerika'ya bırakılır, deniliyordu. Kızılırmak'ın
batısındaki toprakların İzmir ve İstanbul dışındaki
kısımları da, denize çıkış kapısı
Antalya limanı olmak üzere, Türkiye oluyordu. Bu bölgenin kuzeyi, İtalyan
ve Fransız; güneyi de İngiliz koruyuculuğuna ve yönetimine
veriliyordu. İzmir'in işgali, İngiliz basınının açığa
vurduğu şeylerin doğruluğunu ortaya koymaya başladı.
Demek ki, bu tehlike karşısında ülkemiz için en tarafsız
durumda bulunan Amerika'nın yardımını kabul etmek zorundayız.
Ben bu kanıdayım."
Rauf Bey'in düşüncesini anlamak için bundan sonra daha uzun
süren sözlerini dinlemeye bilmem gereklik kaldı mı?
Baylar, pek uzun ve tartışmalı geçen bu güdüm görüşmeleri,
güdüm isteyenleri susturacak ortalama bir çözüm yolu bulunarak bitirildi.
Hem de bunu öneren yine Rauf Bey oldu: "Amerika'da yıllardan beri
bize karşı yapılmakta olan kötüleyici propagandaların doğurduğu
düşünce akımını düzeltmek için her şeyden önce
Amerika Kongresinden ülkemizi inceleyecek ve gerçeği görecek bir kurulu
çağırmak." Bu öneri oybirliğiyle kabul olundu. Kongre Başkanlık
Kurulunun imzalarıyla bu yolda bir mektup müsveddesi hazırlandığını
hatırlıyorsam da bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek
iyi hatırlamıyorum.
Doğrusu da, bu mektuba özel bir önem vermiş değildim.
Baylar, bu arada şunu da söyleyeyim; Belge olarak başvurduğum
Kongre tutanakları, Başkanlık Kurulu yazmanlığında
bulunan Afyonkarahisar delegesi Şükrü ve güdümü savunan söylevlerini
dinlediğimiz Hâmi Bey'ler eliyle tutulmuş ve Hâmi Bey'in yazısıyla
düzgün bir deftere temize çekilmiştir.
Sivas
Kongresini Sonuçsuz Bırakma Çabaları
Baylar, Kongre 11 Eylülde sona
erdi. 12 Eylülde Sivas halkının da katıldığı bir
açık oturum yapılarak bazı söylevler verildi. Kongre görüşmeleri
sırasında, önemli olarak Meclisi Mebusan'ın tez elden seçilmesi
ve toplantı yerinin neresi olmak gerekeceği konularına değinildi.
Fakat, şimdi açıklayacağım sorunlar, Kongre görüşmelerini
kısa kesmeyi gerektiriyordu. Bu son noktalarla daha sonra Heyeti Temsiliye
uğraştı. 9 Eylül 1919 günü toplanmış olan bazı
bilgiler Kongreye şöylece açıklandı: "Eskişehir ve
Afyonkarahisar'daki İngiliz kuvvetleri iki katına çıkarıldı.
General Miln (Milne) Konya'ya geldi. Konya Valisi Cemal Bey ve Ankara Valisi
Muhittin Paşa karşı koymakta duraksıyorlar. Yeni Kastamonu
Valisi Ali Rıza Bey de Cemal Bey türünden bir adammış. Değerli
arkadaşlarımın böyle durumlar karşısında sert
davranmak isteyeceklerini bildiğimden, çabuk ve sert önlemler alınmasını
Fuat Paşa'dan rica etmiştim.
Fuat Paşa da Kongrenin kendisine olan güvenine dayanarak Kongre adına
gereken bildirim ve girişimlerde bulunmuştur. Bu türlü yürütümün
yüce kurulunuzca kabul edilmesini rica ediyor. Fuat Paşa, valilere sert
uyarmalar yapıyor. Bölgelere üst subaylardan ulusal komutanlar atıyor
ve bu komutanlara ulus adına her türlü yetki verilmiştir,
diyor." Kongre öneriyi kabul etti. Bundan sonra şu yolda açıklamalara
devam ettim:
"Buraya Galip
Bey adında bir vali atanmış, geliyormuş; ama bunun Harput
Valisi Ali Galip Bey mi, yoksa Trabzon Valisi Mehmet Galip Bey mi olduğu
anlaşılamadı. Fakat, biz başka bir bilgi elde ettik. Bay
Novil (Noel) adında bir İngiliz binbaşı, Bedirhanlılardan
Kâmuran, Celâdet ve Cemil beylerle birlikte yanında on beş kadar Kürt
atlısı ile Malatya'ya gelmiş ve kendilerini Mutasarrıf
Bedirhanlı Halil Bey karşılamıştır. Harput Valisi
de bir posta hırsızını izliyor görünerek otomobille
Malatya'ya gelmiştir. Bu amaçla bunlara Adıyaman'daki (Eski adı:
Hısnımansur) birlik de verilmiştir. Amaçlarının, Kürdistan
kurmaya söz vererek Kürtleri, işlerimizi bozmaya ve bizi öldürtmeye yöneltmek
olduğu anlaşılmış ve karşı önlemlere de başvurulmuştur.
Örneğin, valiyi ve ötekilerini yakalatmak istiyoruz. Malatya Mutasarrıfı
da Kürt aşiretlerini Malatya'ya çağırmıştır.
Bunun üzerine On Üçüncü Kolordu bölgesinde işe giriştik. Gereken
önlemler alınmıştır. Yarın akşam Harput'tan gönderilen
bir birlik ortalığı karıştıranları
tepeleyecektir. Buradaki kolordu komutanı da gereken önlemleri almıştır.
Malatya'ya ve öbür yerlere de gereken buyruklar verilmiştir."
Baylar, hemen hemen
Sivas Kongresi'nin toplantı süresince, sinirlere gerginlik verecek nitelikte haberler almaktan geri kalmıyordum.
Ancak, aldığım bütün bilgileri olduğu gibi Kongre üyelerine
sunmakta yarardan çok sakınca buluyordum. Gördünüz ki, şimdi açıklayacağım
üzere, gerçekten tehlikeli sayılabilecek nitelikte olan Ali Galip
sorunundan da söz ederken sakıngan bir dil kullanmayı yeğ tutmuştum.
Bence en önemli sorun, her türlü güçlüklere ve tehlikelere göğüs
gererek Sivas Kongresi görüşmelerini bir an önce sonuçlu kararlarla
bitirmek ve bu kararları yurtta uygulamaya girişmekti. Bu dileğim
gerçekleşti. Bütün ülkeyi kapsayan ulusal örgüt tüzüğünün ve
Genel Kongre Bildirisinin hemen basılıp dağıtılması
için gereken işler yapıldı. Yalnız, beklenenin üstünde
yeni olaylar karşısında kalındığından, Kongre
sona erdiği halde Kongre üyelerinin, durum gelişinceye değin,
Sivas'ta kalmalarını uygun gördüm ve gerekirse daha güçlü bir olağanüstü
kongre toplamak için de hazırlıklar yaptım. Ali Galip'in kaçması
üzerine Kongre üyelerinin Sivas'ta alıkonulmasından vazgeçildiği
gibi, Ferit Paşa Hükümetinin düşmesi üzerine olağanüstü
kongre toplamaya da gereklik görülmedi (belge: 55).
Ali
Galip Olayı
Şimdi baylar, savaş
tarihimizde önemli bir olay olan Ali Galip
sorunu üzerinde izin verirseniz biraz geniş bilgi vereyim:
"Baylar, daha
Temmuz başında, Erzurum'da bulunduğum sırada Celâdet ve Kâmuran
Âli adında iki kişinin yabancılarca, pek çok para ile İstanbul'dan
Kürdistan'a gönderileceği, bunların türlü yalanlar söyleyerek
kafaları karıştırmak ve bize karşı halkı kışkırtmakla
görevlendirildikleri ve bir iki gün içinde yola çıktıkları ya
da çıkacakları haber alındı. Bu haber üzerine, bunların
sessizce gözetlenmeleri ve tutulmaları gereğini 3 Temmuzda Diyarbakır'da
On Üçüncü Kolordu Komutanına ve ayrıca Kurmay Başkanı
olan Halit Bey'e ve Canik Mutasarrıfına bildirdim.
20 Ağustosta, On
Üçüncü Kolordu Komutanına verdiğim buyrukta, söz konusu kişilerin
İstanbul'dan yola çıktıklarının bildirildiğini ve
alınacak önlemler arasında özellikle Mardin istasyonunda sıkı
bir denetleme yapılmasının uygun olacağını yazdım.
Sivas Kongresinin
ikinci günü, yani 6 Eylülde, "Bedirhanlı ailesinden Celâdet ve Kâmuran
ile Diyarbakırlı Cemil Paşa oğlu Ekrem adlarında üç
kişinin, yanlarında eskiden Diyarbakır ilinde bize karşı
propaganda yapan bir yabancı subayla birlikte, silahlı Kürtler
koruyuculuğunda Elbistan ve Akçadağ (Eski adı:Arga) üzerinden
Malatya'ya geldikleri ve kendilerini mutasarrıf ile belediye başkanının
karşıladıkları On Üçüncü Kolordunun yazısından
anlaşılıyor."
On Beşinci
Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'nın
Üçüncü Kolordu Komutanlığına, bununla ilgili olarak gönderdiği
6 Eylül 1919 gün ve 529 sayılı şifre telinde verilen bilgide:
"Yabancı subayın, Türk, Kürt ve Ermeni nüfusunu incelemek üzere
İstanbul Hükümetinin izniyle dolaştığını söyledikleri;
Malatya'da bulunan süvari alayının, er sayısı az olduğundan,
bunları yakalamaktan çekindiği; bununla birlikte, bunların hemen
yakalanması için İstanbul'a başvurulduğu On Üçüncü
Kolordudan bildirilmiştir. Bu adamların ne amaçla ve ne görev için
nereleri gezecekleri konusundaki bilgisini, Harput Valisinden sordum."
denilmekteydi. (belge: 56) Harput Valisi Ali Galip Bey'dir. Bu adamların ne
amaçla geldiklerini 3 Temmuzdan beri biliyoruz. Beş on silahlı Kürt'e
karşı bir süvari alayının er sayısı az görülmüş,
yakalanmasına cesaret edilmemiş. Asıl dikkate değer şey,
bunların yakalanması için İstanbul'a başvurulmuş olduğu
haberidir!
Bu küçük ve önemsiz
gibi görünen noktaları; o zamanki durumu görüşte, dikkati çeken düşünce
ve anlayış ayrılıkları gösterdiği için anıyor
ve belirtiyorum.
Diyarbakır'da,
On Üçüncü Kolordu Komutanının tutumu kuşku verici görüldüğünden,
doğrudan doğruya bu kolordunun Kurmay Başkanına, Üçüncü
Kolordu Komutanının imzasıyla 7 Eylül 1919 günü yazılan
kişiye özel şifrede, Vali Galip, Malatya Mutasarrıfı Halil,
Kâmuran, Celâdet ve Ekrem Beylerle birlikte İngiliz binbaşısının
ne yapıp yapıp yakalanmaları ve Sivas'a yollanmaları amacıyla,
Elazığ'da bulunan On Beşinci Alay Komutanı İIyas Bey'in
kendi komutası altında altmış kadar atlı ve katırlı
erle en geç 9 Eylülde Harput'tan Malatya'ya doğru yola çıkması
için -işin ivediliği dolayısıyla- doğrudan doğruya
buyruk gönderildiği bildirildi ve birliğin çabucak yola çıkmasının
sağlanması rica edildi. 8 Eylülde Sivas'tan da bir otomobil ile bazı
subaylar gönderileceği bildirildi. (belge: 57)
Diyarbakır'dan
Kurmay Başkanının bana gönderdiği 7/8 Eylül 1919 günlü
şifrede şöyle deniliyordu:
"Yakalama ile ilgili isteği öğrendim. Bu konuda
komutan beyin buyruk vereceğini hiç sanmıyorum. Çünkü askeri
niteliklerini çok iyi biliyorum. Benim göndereceğim buyruğu ise, tümüyle
yerine getirmekten çekinirler. Bu konuda İstanbul'la yazışma
yapmaktayız. Bu durum karşısında gerekenin yapılması
yüksek kararınıza bağlıdır. Şifre kaleminin 357
sayısıyla sunulmuştur."
On
Üçüncü Kolordu Kurmay
Başkanı
Halit
Elazığ'daki
Alay Komutanı İlyas Bey'den On Üçüncü Kolordu Komutanının
buyruğuna karşılık olarak gelen 8 Eylül günlü telde de:
"Kolordudan aldığım buyruk üzerine yola çıkmam geri bırakıldı.
Kolordunun izni olmadan buradan ayrılmam uygun olmayacağından
yola çıkma buyruğunun kolordudan verilmesini sağlayınız."
denilmekteydi. (belge: 58)
Halit Bey'e hemen verdiğim karşılık
şuydu:
7/8
Eylül 1919
Bilinen kişilerin kötülükleri belli olmuştur. İstanbul
Hükümeti... bu kötülükte ortaktır. Oradan buyruk beklemek, düşmana
fırsat vermektir. Bu konudaki bildirimleri, hiç kimseyi duraksatmayacak biçimde
yapmak, hemen buyruk vermek, vakit geçirmemek gerekir. Komutanı
duraksayacak gibi görüyorsanız, siz, bizim Elazığ ve
Malatya'daki alay komutanlarına gönderdiğimiz buyrukların yerine
getirilmesini ilgililere bildiriniz. Gerçekten gerekiyorsa, komutayı uygun
gördüğünüz tümen komutanlarından birisi ele alsın. Yavaşlık
zamanı geçmiştir. İşin yapıldığını
bildiren karşılık telinizi bekliyoruz kardeşim.
Mustafa
Kemal
Alay Komutanı
İlyas Bey'e de, o gün kendim şu buyruğu verdim: "Bilinen kişilerin
hayınlığı belli olmuştur. İstanbul'daki Hükümet
de bunların hayınlığına ortaktır. Kolordunuz
komutanı belki bu konuda ne yapılacağını yazı ile
sorar ve karşılık alamaması akla gelebilir. Bunun için
sorunun çözümlenmesini ve sonuçlandırılmasını sizden
beklerim. Vereceğiniz karşılığı gözlüyorum
efendim. Malatya'daki işleri bitirdikten sonra gerekirse, Sivas'ta bize katılırsınız.
Mustafa Kemal." Kapalı tel dışındaki imza da Üçüncü
Kolordu Kurmay Başkanı Zeki Bey'indi.
Malatya'da bulunan On
İkinci Süvari Alayı komutanını da 7/8 Eylül gecesi, kendim
telgraf başına çağırtmıştım ve görüşmekteydim.
Alay Komutanı Cemal Bey'den durumunu ve kuvvetini sorup öğrendim.
Gelenlerin yanlarında bulunan silahlı Kürtlerin "on beş,
yirmi kişi kadar" olduğunu ve alayın da merkezde "ancak
o kadar kuvveti" bulunduğunu söyledi. Ben, kuvveti yeter gördüm. Süvari
ve topçu alayının yalnız subayları bile yetebilirdi. Yalnız
özel ve ruhsal durumu anlamak istiyordum.
Bunun üzerine
telgraf konuşması şöyle oldu:
Ben, "Vali Galip
Bey ve İngiliz Binbaşısı ile Kâmuran, Celâdet ve Ekrem
Beylerin hepsinin iyi hazırlanacak bir düzenle bu gece yakalanarak Sivas'a
gönderilmeleri çok gereklidir. Durumunuz bunu yapmaya elverişli midir?
Size buradan ve Harput'tan yardım yetiştirilecektir".
Cemal Bey,
"Valiyi de birlikte mi?"
Ben, "Özellikle,
evet".
Cemal Bey,
"Bildirdiğim gibi, durum ve kuvvetim buna elverişli değildir.
Kâmuran, Celâdet ve Ekrem Beylerin yakalanmaları konusunda On Üçüncü
Kolordu Komutanıyla yazışmalar yapıldı. Sonunda,
durumun inceliği dolayısıyla, şimdilik yakalanmalarının
uygun olmayacağını bildirir buyruk da gelmiştir." dedi.
Artık bu kişinin
daha çok üstüne varılamazdı. "Kendilerine sezdirmeksizin sıkıca
göz altında bulundurunuz. Kolordunuzdan buyruk gelecektir. Giderlerse, ne
yana ve ne gibi araçla yola çıkacaklarını hemen
bildiriniz." yönergesini vermekle yetindim, (belge: 59)
8 Eylül günü Cemal
Bey'den şifre tel ile "bilinen kişilerin şimdi gene orada
olup olmadıklarını ve gözetlemeye ne ölçüde güvenilebileceğini"
sordum ve kendisine "günde iki kez rapor vermesini" buyurdum...
Halit Bey'e yazdığım
tele ertesi gün (8 Eylül 1919) aldığım karşılıkta,
Elazığ Alay Komutanı İlyas Bey'e buyruk verildiği ve bu
buyruğun örneği bildiriliyordu. (belge: 60)
Kolordu Komutanı
Cevdet Bey de, İlyas Bey'in katıra bindirilmiş 52 er ve iki ağır
makineli tüfekle, 9 Eylül sabahı yola çıktığını
ve 10 Eylül akşamı Malatya'da bulunacağını bildirdi. 9
Eylül günlü olan bu şifresinde "muhalefetle dolu olan bir çevrede
daha çok iş yapmamakta kendisini özürlü saymamı" da
bildiriyordu. (belge: 61)
9 Eylülde, İlyas
Bey'in birliğinden başka, Aziziye'den iki süvari bölüğü,
Siverek'ten Malatya'daki alaya bağlı bir bölük de Malatya'ya gönderildi.
(belge: 62)
Vali Ali Galip'in ve
Bedirhanlılarla Cemil Paşa oğlu'nun yaptığı
propagandanın etkisini ortadan kaldırmak için Elazığ ve
Dersim dolayları ile ilgisi olduğunu bildiğim ve o sırada
Kemah'ta bulunan Hâlet Bey'e (eski milletvekili) 9 Eylülde, Elazığ'a
gitmesini ve Haydar Bey'le bağlantı kurmasını yazdım
(belge: 65). Ayın sonuna doğru oraya vardı.
Van Valisi bulunan
Haydar Bey de Elazığ Valiliği görevini almak üzere Erzurum'dan
gönderilmişti. Haydar Bey, On Beşinci Kolorduyu bağlı olup
Mamahatun'da bulunan bir süvari alayı ile de bağlantı kurarak,
gerektiğinde bu alayı Malatya'ya doğru yola çıkaracaktı.
Otomobil ile bazı
subayların Malatya'ya gönderileceğini de yazmıştım.
Gerçekten, arkadaşlarımızdan
Recep Zühtü Bey, görünürde "Üçüncü Kolordu Yaveri" sanıyla
ve benden aldığı özel yönerge ile, yanına başka bazı
kimseler olduğu halde, otomobille Malatya'ya gitmek üzere, 9 Eylülde yola
çıktı. Ne yazık ki, bindiği otomobil, yolların bozuk
ve çamurlu olmasından Kangal'da kırılmış ve tam zamanında
Malatya'ya yetişememişti. Kangal'dan sonra, kimi zaman araba ve kimi
zaman hayvanla gece gündüz yol alarak Sivas'tan çıkışının
dördüncü günü öğleden sonra Malatya'ya ulaşabilmişti. Recep
Zühtü Bey'in verdiği raporlar, durumun aydınlanmasına çok yardım
etmişti.
Baylar, 10 eylül günü
geç vakit şu teli aldık:
Kişiye özeldir.
Hiç durmayacaktır.
Malatya'dan,
10.9.1919
Sivas'ta Üçüncü Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri'nedir:
1-
10.9.1919 saat 2 sonrada kötü bir olayla karşılaşmadan
Malatya'ya ulaşılmıştır.
2-
Bilinen kişilerin hepsinin, ne yazık ki, Kâhta'ya doğru
kaçtıkları; ayrıntıların sonra bildirileceği,
bilgilerinize sunulur.
15'inci
Alay K.
İlyas
Aynı günde ve
fakat, İlyas Bey'in telinden sonra da şu teli alıyoruz:
Çok ivedidir.
Malatya'dan,
10.9.1919
Sivas'ta Üçüncü Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne:
1-
Harput Valisi ile Malatya Mutasarrıfı, İngiliz Binbaşısı
ve yardakçıları, sizce bilinen kişiler, On Beşinci Alayın
Elazığ'dan yola çıktığını ve kendilerinin
yakalanacaklarını haber alır almaz, bugün sabah erkenden kaçmışlardır.
Bunların Kâhta'daki Bedir Ağa'nın yanına gittikleri ve
oradan bulacakları Kürtlerle burayı basmaya gelecekleri söylenmektedir.
2-
Bunlar ve Bedir Ağa aşireti, kötülüğe yeltenirlerse
kovuşturma yapılması için Kolordudan buyruk alınmıştır;
izlenmektedirler ve sonuç ayrıca bildirilecektir.
3-
On Beşinci Alay Komutanının, buyruğu altındaki
kuvvetle, bugün saat 2 sonrada Malatya'ya geldikleri bilgilerinize sunulur.
12'nci
Süvari Alayı Komutanı Binbaşı
Cemal
İkisi bir günde
yazılmış olan bu teller, yan yana getirilerek incelenirse ilgi çekici
bazı noktaların göre çarpmamasına olanak yoktur.
Süvari Alayı
Komutanı Cemal Bey, bizden aldığı yönergeye uyarak bilinen
kişileri sıkı ve güvenli bir biçimde göz altında
bulunduracak ve günde iki kez rapor verecekti.
Adı geçen kişiler
10 Eylül günü sabah erkenden kaçtıkları halde Cemal Bey bu
bilgiyi, ancak İlyas Bey birliğinin varışından ve
İlyas Bey'in raporundan sonra gönderiyor. Cemal Bey, kaçanların,
İlyas Bey birliğinin Elazığ'dan yola çıkışını
haber aldıklarını bildiriyor. Oysa telgrafhane Cemal Bey'in gözetimi
altında idi.
Sonra, kaçakların,
Kürtleri toplayıp Malatya'yı basacaklarının söylendiğini
de ekliyor. Bu noktalar süvari alayı komutanı üzerine kuşkuları
çekmeyecek gibi uzak değildir.
Sonradan alınan
bilgilerden anlaşıldı ki, Ali Galip ve arkadaşlarına 9
Eylül akşamı haber verilmiştir. Ali Galip geceyi hükümet konağında
uykusuz geçirmiştir. 10 Eylülde yanlarında birkaç jandarma ve
silahlı Kürtle birlikte, hükümet konağında toplanıyorlar;
sandık emininin (veznedarın) odasına giriyorlar; sandığı
(kasayı) açıyorlar; birlikte alıp götürmek üzere altı
bin lira sayıp bir yere koyuyorlar ve sandığa koymak üzere
şu senedi yazıyorlar:
"Mustafa Kemal Paşa ve yardakçılarının
tepelenmesi giderlerine karşılık olmak üzere ilgili buyruğa
uyularak altı bin lira alınmıştır. 10 Eylül 1919:
Halil Rahmi, Ali Galip."
İlyas Bey birliğinin
Malatya'ya yaklaşmakta olduğunun anlaşıldığı
bir sırada süvari alayı komutanı, subaylara Mutasarrıfın
evini hedef gösteriyor. Mutasarrıfın evini sarıyorlar, telefon
tellerini kesiyorlar ve evi basıyorlar. Bu işin başladığını
sezinleyen Halil Bey'in eşi, hükümet konağına haber veriyor. Hükümette
para almakla uğraşan Vali, Mutasarrıf ve arkadaşları
durumu öğrenir öğrenmez korku ve telaşla her şeyi unutup
ayırdıkları parayı ve yazdıkları senedi olduğu
gibi bırakıyorlar ve adamlarıyla hazır bulunan atlarına
binerek hemen kaçıyorlar (belge: 66, 67).
Süvari alayı
komutanı ve topçu alayı komutanının, Valinin geceyi hükümet
konağında geçirmekte olduğunu bilmedikleri kabul edilemez.
Mutasarrıftan çok, Valinin tutulmasının önemli olduğu da
besbelliydi, Öyle ise, bu kişilerin kaçmasına göz yumulduğu
kesin bir gerçektir. En zayıf yoruma göre: Bilinen kişilerin yanlarındaki
beş on silahlı jandarma ve Kürt ile çarpışmadan büyük kötülük
doğabileceği kuruntusu Malatya'dakileri dolaylı önlem almağa
sürüklemiş ve adı geçen kişileri ürküterek kaçırmayı
yeğletmiştir, denilebilir.
10 Eylülde İlyas
Bey'e verdiğim yönergede başlıca belirttiğim noktalar:
1- Kaçakların
ivedilikle yakalanmaları;
2- Kürtlük
akımına kesinlikle elverişli alan bırakılmaması;
3- Malatya'da
mutasarrıflık görevini Jandarma Komutanı Tevfik Bey'in üstüne
alması; uygun görülecek namuslu ve yurtsever bir kişinin de
Harput'ta valilik görevine hemen başlaması;
4- Malatya
ve Harput'taki hükümet kuvvetleri eksiksiz ele alınarak ulusa ve yurda
karşı hiçbir davranışa meydan verilmemesi;
5- Kaçaklara
uyanların acımadan ve aman vermeden yok edileceğinin duyurulması
ve namuslu halka gerçeğin bildirilmesi;
6- Ulusal
varlığımızı tehlikeye sokacak olan yabancı
askerlere de karşı konulacağının göz önünde
bulundurulması gibi düzenlemelerin ve önlemlerin bildirilmesi idi.
(belge: 68)
Baylar, kaçakların
o dolaylardaki aşiretlerden bir takım Kürtleri toplayabileceklerini
ve Maraş'ta bulunan yabancı kuvvetlerden bile yararlanabileceklerini
kesin imiş gibi kabul etmek gerekiyordu. Onun için, alınmış
olan düzeni pekiştirmek ve bu işe ayrılmış olan
birlikleri artırmak gerekiyordu. Bu amaçla Sivas'tan, katıra
bindirilmiş bir birlik daha 9 Eylül akşamı Malatya'ya gönderildiği
gibi Üçüncü Kolordu da elden geldiğince, birliklerini güneye
indirecek; On Üçüncü Kolordu, izleme işini sağlayacak ve hainlere
kıpırdayacak fırsat vermemek için en geniş ölçüde etki
yapmak gerekli olduğundan, Mamahatun'daki süvari alayı da Harput'a doğru
gönderilecekti. Bu konuda Üçüncü, On Üçüncü ve On Beşinci Kolordu
Komutanlarına gereği gibi bildirimler yapıldı ve dileklerde
bulunuldu. (belge: 69)
İlkin, Dahiliye
Nazırı Adil Bey'le Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa'nın
birlikte imzalayarak Elazığ Valisi Ali Galip Bey'e gönderdikleri 3
Eylül 1919 günlü yönergeyi okuyalım.
Bundan sonra,
Dahiliye Nazırının, gönderilecek kuvvet ve harcanacak para tutarı
ile ilgili olarak Bâbiâli'den çektiği teli görürüz:
İstanbul (Deraliye)
906
Kendisi açacaktır.
Elazığ Valisi Galip
Beyefendi'ye
Y: 2 Eylül 1919 sayı: iki.
Sunulmuştur. Padişah buyruğu bugün çıkacaktır.
Demek, durum kesinleşmiştir. Yönerge şudur: Bildiğiniz gibi
Erzurum'da Kongre adı altında birkaç kişi toplanarak birtakım
kararlar aldılar. Ne toplananların ne de aldıkları kararların
bir temeli ve önemi vardır. Fakat bu davranışlar ülkede birtakım
söylentilere yol açıyor. Avrupa'ya ise pek şişirilerek yansıtılıyor.
Bundan dolayı, pek kötü etkiler yapıyor. Ortada önemsenecek hiçbir
kuvvet, hiçbir olay yokken salt bu şişirmelerden ve kötü etkilerden
kaygılanan İngilizlerin son günlerde Samsun'a epeyce bir kuvvet çıkaracakları
anlaşılıyor. Hükümetin, her yere olduğu gibi size de gönderdiği
belli bildirimlere aykırı tutum sürdürülürse, çıkarılacak
yabancı kuvvetlerin Sivas'a ve oradan daha ilerleyerek birçok yerlere
girmeleri olasılığı uzak değildir. Bu ise, ülkenin
yararına elbette aykırıdır. Erzurum'da toplanan belli kişilerin
yakında Sivas'ta toplanarak yine bir kongre yapmak istedikleri, yapılan
yazışmalardan anlaşılıyor. Böyle beş on kişinin
orada toplanmasından hiçbir şey çıkmayacağı hükümetçe
bilinmektedir. Fakat bunları Avrupa'ya anlatmanın yolu yoktur.
İşte bunun için bunların orada toplanmasını önlemek
gerekiyor. Bunun için de her şeyden önce Sivas'ta hükümetin tam güveneceği
ve yurdun esenliğine uygun olan bildirimleri eksiksiz yerine getirmeye
kararlı bir vali bulundurmak gerekmektedir. Sizin gibi yüksek bir kişiyi
onun için oraya gönderiyoruz. Gerçi Sivas'ta kongre yapmak isteyen birkaç kişiye
engel olmak pek güç bir şey değilse de kimi general, üstsubay,
subay ve erlerin de bunlarla bir düşüncede olduklarının anlaşılması
dolayısıyla, hükümetin alacağı önlemleri ellerinden geldiğince
etkisiz bırakacakları ve bilinen kişileri olabildiğince
koruyacakları dikkate alınarak, güvenilir bir iki yüz kişinin
buyruğunuz altında bulunması başarı sağlamak için
uygun görülmektedir. Bundan dolayı, önce de yazdığım gibi
oralardaki Kürtlerden güvenilen yüz, yüz elli süvariyi birlikte alarak, ne
için oradan gidildiği hiç kimseye sezdirilmeden Sivas'a, hiç kimsenin
beklemediği bir zamanda varıp valiliği ve komutanlığı
hemen ele alacak ve oradaki jandarmalarla askerleri sayıları çok az
olmakla birlikte, işi iyi yönetecek olursanız, karşınızda
başka bir kuvvet bulunmayacağı için hemen etkin bir duruma
girerek, toparlanmalarına meydan vermemiş olacağınız ve
orada bulunanlar varsa hemen yakalatıp göz altında İstanbul'a gönderebileceğiniz
apaçıktır. Bu yolla ele geçirilecek hükümet gücü ve erki, yurt içinde
serüvenci davranışlarda bulunanları yıldırarak bu türlü
hoşa gitmeyen davranışların ortaya çıkmasını
önleyeceği gibi, dışarda da iyi etki yaparak yabancıların
asker çıkarmak ve oralara girmek yolundaki düşüncelerden vazgeçmeleri
için hükümetçe yapılacak başvurma ve girişimlere sağlam
bir dayanak olacaktır. Aslına bakılırsa, Sivas'ın kimi
ileri gelenlerinden sağlam olarak öğrenildiğine göre halk, bu
politikacıların kışkırtmalarından, para toplamak için
yaptıkları baskılardan pek çok iğrenmiştir, bunların
önlenmesi için hükümete her türlü yardıma hazırdır. Orada
hemen jandarma yazılacak istenildiği kadar er bulunacağı ve
buna, sözü geçer kişilerce özel olarak yardım edileceği
bildirilmektedir. Böylece yeter sayıda ve hükümete sıkıca bağlı
bir jandarma örgütü kurduktan sonra, birlikte götüreceğiniz süvarileri
memnun ederek yerlerine göndeririz. İşte alınacak önlemler
bunlardır. Bunun kolaylıkla ve başarıyla uygulanması,
yalnızca işi son derece gizli tutmaya bağlıdır.
Sivas'ta görev aldığınızı, dahası oralara doğru
gideceğinizi evinizde en güvendiğiniz kimseye bile söylemeyiniz ve
Sivas'a girinceye dek işi yanınızdakilere de sezdirmeyiniz. Bu,
başarının baş ilkesidir. Bundan ötürü, şimdilik ne
yapıp yapıp ailenizi orada bırakarak, çevredeki aşiretleri
denetlemek için beş on gün dolaşacağınızı
evinizdekilere ve başkalarına söyleyerek hemen yola çıkıp
bir gün önce Sivas'a ansızın varmaya çalışmalısınız.
Oraya vardığınızda aşağıdaki telyazısını
gerekenlere bildirip valiliği ve komutanlığı ele alarak
hemen işe başlamalısınız. Bir yandan da makine başında
Nazırlığa durumu bildirmelisiniz. Böylece durum belli olur olmaz
size yine makine başında gereğine göre bildirim yapılacaktır.
Böylece işe başladıktan sonra, ne zaman uygun görürseniz
ailenizi ve eşyanızı Sivas'a getirtebilirsiniz. Ancak şimdi
orada bulunan Reşit Paşa'nın valilikten çıkarıldığı,
yerine başkasının gönderileceği her nasılsa duyularak,
kendisi Nazırlığa başvurduğu ve adları sizce
bilinen kimselerin yakında Sivas'ta birleşmek istedikleri, alınan
yazılardan anlaşıldığı için yok yere bir dakika
geçirilmeyerek bir an önce yola çıkıp bir saat önce Sivas'a ulaşmaya
çalışmanız da, işi başarma bakımından çok
önemli ve çok gereklidir. Şu nedenlere ve düşüncelere göre, ne
zaman yola çıkıp ne sürede Sivas'a varabileceğinizin
bildirilmesi gerekmektedir. Sivas'ta ilgililere göstereceğiniz telyazısı
şudur: Sizin Sivas valiliğine ve komutanlığına atanmanızı,
hükümet kararlaştırmış ve Padişah Hazretleri onaylamış
olduğundan hemen yola çıkıp bu telyazısını
Sivas'taki asker ve sivil memurlardan gerekenlere göstererek valilik ve
komutanlık görevini almanız ve işe başlamanız ve hemen
durumdan bilgi vermeniz bildirilir. 3.9.1919
Dahiliye
Nazırı
Harbiye Nazırı
Adil
Süleyman Şefik
Çok İvedidir
Bâbiâli'den
6 Eylül 1919
Malatya'da Elazığ Valisi
Galip Beyefendi'ye
Y: 6 Eylül 1919
Haydutları izlemek için gönderilecek kuvvet giderlerinin
jandarma ödeneği karşılık tutularak mal sandığından
ödenmesi gereklidir. Kaç kuruş harcanacağının ve gönderilecek
kuvvetin sayısıyla yola çıkış gününün ivedilikle
bildirilmesi.
Nazır
Âdil
Dahiliye Nazırı
üç gün sonra da, Ali Galip'in bir teline karşılık olduğu
anlaşılan şu teli veriyor:
İvedidir.
İstanbul'dan,
9.9.1919
Malatya'da
Elazığ Valisi Beyefendi'ye
Y: 8 Eylül 1919, sayı: 2.
Sivas'ta güvenilir aracı olmadığından
yeterince bilgi.... alınmamakta ise de ora halkından, burada bulunan
bir adamın sözlerine ve başka yerlerden de alınan genel
bilgilere göre ilkin, halk bu kışkırtmaları istememektedir.
İkincisi, asker, yok denecek kertede azdır. Bu ayaklanmayı yönetmekte
olanlar, bilinen kişilerle kimi komutan ve subaylardır. Bunlar, işe
ulusal bir kılık vererek amaçlarını benimsetmeye çalışmaktadırlar.
Oysa, ulus bu işleri benimsemiyor. Orası daha yakın olduğundan
istediğiniz bilgiyi daha kolaylıkla elde edebilirsiniz. Kaldı ki
gazeteler, her nasılsa oraya atandığınızdan söz
ettikleri için, bir gün önce gitmeniz daha çok önem kazanmıştır.
Yanınızda bulunduracağınız kuvvet ne kadar çok olursa
başarıyı o ölçüde kolaylaştıracağı apaçıktır.
Bu kuvvetin sayısıyla ne zaman yola çıkacağınızı
bir gün önce belirleyip bildirmenizi bekliyorum.
Nazır
Adil
Ali Galip Bey, yanıt
olarak, Malatya'dan şu son teli veriyor:
Çok ivedi ve
gizlidir.
Kendisi açacaktır.
Dahiliye
Nazırlığına
İçinde bulunduğumuz ayın on dördüncü günü
yeter kuvvetle haydutların izlenip yakalanması için Malatya'dan yola
çıkmak üzere gerekli önlemler alınmıştır. Tanrı'nın
yardımıyla çarpışmada başarı sağlanacağına
güvenilsin. Yalnız, yazılarımın karşılıkları
ve gerekleri geciktirilmemelidir.
9.9.1919
Elazığ
Valisi
Âli
Galip
Bu telden, 9/10 Eylül
gecesini hükümet konağında yürek çarpıntıları içinde
sabaha dek uykusuz geçiren Ali Galip'in, 9 Eylül 1919 günü daha yiğitliğinin
üzerinde olduğu ve Tanrı'nın yardımıyla çarpışmada
başarı sağlayacağından çok umutlu bulunduğu anlaşılıyor.
Baylar, olaydan ve bu
belgelerden kendilerine bilgi verilen sivil yönetim başkanlarının,
Dahiliye Nazırı Adil Bey'e ve komutanların da Harbiye Nazırı
Süleyman Şefik Paşa'ya güvensizliklerini bildiren teller çekmelerinin
uygun olacağı düşünüldü. Herkesin dikkati çekildi.
Sivas Valisi Reşit
Paşa'nın teline karşılık veren Âdil Bey'in şu sözleri
pek şaşılmaya ve yadırganmaya değer. Âdil Bey, sözünü
ettiğim telini şu cümlelerle bitiriyordu: "...Elbette Padişah
ve Halife Hazretlerinin yüksek iradelerine uymak gereğini anlarsınız.".
(belge: 70)
Baylar, bir rastlantıyla
bu telin alındığı sırada ben de telgrafhanede
bulunuyordum. Bir aralık dayanamadım; şu teli karalayıp, çekilmek
üzere görevliye verdim:
11.10.1919
Dahiliye Nazırı
Âdil Bey'e
Ulusun, padişahına düşünce ve dileklerini
bildirmesine engel oluyorsunuz. Alçaklar, cana kıyıcılar! Düşmanlarla
birlik olup ulusa karşı haince düzenler kuruyorsunuz. Ulusun gücünü
ve iradesini anlamaya gücünüz yetmeyeceğine kuşkum yoktu. Fakat
yurda ve ulusa karşı haincesine ve bütün gücünüzle uğraşacağınıza
inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın.
Galip Bey ve yardakçıları gibi akılsızların bönce ve
kuruntuya dayanan vaatlarına kapılarak ve Bay Novil gibi ulusumuz ve
yurdumuz için zararlı olan yabancılara vicdanınızı
satarak işlediğiniz alçaklıkların ulusça yükletilecek
sorumluluğunu göz önünde tutunuz. Güvendiğiniz kişilerin ve
kuvvetin sonunu öğrendiğiniz zaman kendi sonunuzla karşılaştırmayı
unutmayınız.
Mustafa Kemal
Bütün komutanlar da
ilgililere, gerektiği gibi başvurdular.
12 Eylüle kadar aldığımız
raporlardan kaçakların, 10/11 Eylül gecesini Raka'da geçirdikleri ve
11/12 Eylül gecesini de, Raka'nın yarım saat yakınında bir
köyde, bir aşiret başkanının yanında geçireceklerinin
anlaşıldığı bildiriliyordu (belge: 71). Bu bilgi,
20'nci, 15'inci ve 13'üncü Kolordu Komutanlarına bildirildi. (belge: 72)
11 Eylülde ve 11/12
Eylülde Malatya ile telgraf başında yapılan haberleşme, henüz
Malatya'da, kesin buyruk ve yönerge almış kişilerin daha kafalarında
karışıklık olduğunu gösterir nitelikte idi.
Elazığ'dan
gelen Alay Komutanı İlyas Bey: "Mutasarrıf Bey'in gönderdiği
bir özel kişi tarafından, Vali Ali Galip ve Mutasarrıf Halil
Beylerin bazı koşullarla yerlerine dönmek istedikleri bildirilmiş.
Bunun için, ülkenin esenliği adına bunların bu yoldaki
isteklerini kabul etmenin uygun olup olmadığı konusundaki buyruğunuzu
beklediğimiz bilgilerinize sunulur." demekteydi. (11 Eylül) (belge:
73)
Bunun ardından,
11/12 Eylül gecesi de, yine telgraf başına gelen Süvari Alayı
Komutanı Cemal, Mutasarrıf Vekili Tevfik, Topçu Alayı Komutanı
Münir, Jandarma Yüzbaşısı Faruk, Baytar Binbaşısı
Mehmet ve Elazığ'dan gelen Alay Komutanı İlyas beyler adına,
İlyas Bey şunları yazdırdı:
Malatya'dan İlyas
Bey -Güvenilir bir kişi olan Jandarma Yüzbaşı Faruk Bey'den
şimdi alınan bilgi aşağıdadır:
Faruk Bey, Kâhta ve
çevresinde kaçakları izliyordu. Malatya'ya beş saat uzaklıkta
Raka köyünde Kürtlerin toplandıklarını ve şimdi Mutasarrıfla
arkadaşlarının orada bulunduğunu; Siverek'e kadar olan aşiretlerin
birbiri ardınca adı geçen yere gelmekte olduklarını ve
Dersim aşiretlerine varıncaya değin Kürtlük adına çağrıldığını;
Mutasarrıfın düşüncesine göre, ilkin Malatya'ya saldırıp
baştan başa yağmaladıktan sonra bütün kuvvetle Sivas'a doğru
yürüyeceklerini; Malatya'da bulunan Türkleri öldüreceklerini ve kovacaklarını;
bunlar yapılırken Dersimlilerin de Harput'a yürüyeceklerini
bildiriyor. Çünkü Mutasarrıfın Malatya'dan gitmesi Kürtlük adına
kendilerini büyük ölçüde aşağılama ve horlama sayılıyormuş.
Vali, bu yağma ve öldürmeden yana olmadığını, fakat
Mutasarrıfın düşüncesine de engel olamayacağını
bildirmiştir. Malatya'ya savaşla girdikleri zaman Kürt bayrağı
çekileceği ve yanlarındaki İngiliz Binbaşısının
da Urfa'da bulunan İngiliz tümeninin gelmeye hazır olduğunu söylediği
bildirilmiş ise de Hacı Bedir Ağa'nın bunu kabul etmediği,
aşiretlerin de Malatya'nın Kürdistan olduğunda ve Malatya'da Kürt
bayrağı çekilmesinde ayak diredikleri; dün akşam Vali
Malatya'ya dönmek istemiş ise de bırakmadıkları hiçbir
abartma yapılmaksızın bilgilerine sunulur. Koşulları aşağıdadır:
1- Valinin
yerine dönmesi;
2- Mutasarrıfın
gene eski yerinde kalması;
3- Elazığ'dan
gelen erlerin geri gönderilmesi;
4- Valinin yüz
silahlı Kürtle Malatya'ya girdiği zaman sessizliğin korunması
ve Sivas'a doğru yürümesi;
5- Aşiretlerden
alınan yedi tüfek, bir tabancanın geri verilmesi;
6- Yukarda
bildirdiklerime buyrukları.
İlyas Bey'e
şunu yazdım.
11/12 Eylül 1919
Malatya'da
İlyas Beyefendi'ye
1-
Verdiğiniz bilgi Kurulumuzca dikkate alındı. Size koşulları
bildirenler kimlerdir? Elbette böyle bir bağlantıya girişmek
kesinlikle doğru değildir. Hainlikleri ortaya çıkan Vali,
Mutasarrıf ve yardakçılarının yakalanmaları ve kışkırtmaya
çalıştıkları bazı aymaz kişileri uyarmak söz
konusudur. Bunun için çok sert karşılık vermek gerekir. 13'üncü,
15'inci ve 3'üncü Kolordu Komutanları, bu dakikada telgraf başında
hep birden alınacak önlemleri kararlaştırmaktadırlar.
Olanak içindeki kuvvetler her yandan yola çıkarılmışlardır.
Sessizlik ve ciddiyetle; oraca gereken önlemleri sizin almış bulunduğunuza
güvenimiz tamdır. O bölgede bulunan bütün telgrafhanelerin tutulması
ve Mutasarrıf Vekili Tevfik Bey kardeşimizin, hükümetin gücünü ve
etkinliğini en geniş ölçüde göstermesi önemle dikkate alınmalıdır.
2-
Bu anda bütün Anadolu merkezlerinden Padişaha, bu yapılan
hainlik bildirilmektedir. Oraca da böyle davranılmalıdır.
3-
İngiliz Binbaşının sözleri kurusıkıdır.
Kürtlerin de toplanmayı başarsalar bile, askeri birlikler karşısında
ne ölçüde başarıya ulaşacaklarını kavrayabilirsiniz.
4-
Bedir Ağa'yı ve Keven aşireti başkanlarını
ve bu haince davranışı tutmayan başkanları kendi yanınıza
çekmeye çalışmanız uygun olur.
5-
Adıyaman'dan yola çıkan süvari bölüğüyle, Siverek ve
Diyarbakır'dan yola çıkan birer taburla bağlantınız
var mı? Nerelere vardılar?
Telgrafhanede
bulunan Kongre Kurulu adına
Mustafa
Kemal
Gerçi, Kongre
toplantıda değildi ve telgrafhanede bulunmuyordu. Fakat içgücünü
artırmak için Kongre üyelerinin ilgisini göstermeyi uygun gördüğüm
gibi, imza olarak yalnız "Kongre Kurulu" diye de gene bu anlamda
ayrıca bir tel daha çektim. (belge: 74)
Bu telime ek olarak
çektiğim telde; Urfa'da, Antep'te, Maraş'ta bulunan ve sayıları
pek az olan yabancı kuvvetleri bildirerek: "Size bir yabancı tümeninden
söz edenlerin bu söyledikleri, yurt ve ulus hainlerinin yalanını
aktararak içgücünüzü kırmak alçaklığından..."dır,
dedim. (belge: 75)
İlyas Bey,
bildirimlerime verdiği karşılıkta: "Saldırı
olursa çok sert karşılanması kesin olarak kararlaştırılmıştır."
dedikten sonra: "Eldeki kuvvet, Malatya'yı uzun süre bir Kürt saldırısına
karşı savunmaya yetmez. Bunun için, olabildiğince çabuk, yardımcı
kuvvetler gönderilmesini sağlamanızı kesinlikle rica
ederim." dedi. (belge: 76)
İlyas Bey'e,
gerektiğinde bir şey bildirebilmek için, telgrafhanede bir subay bırakarak,
önemli olan işinin başına gitmesini rica ettim. (belge: 77)
İlyas Bey'in 12
Eylülde çektiği bir teli, çeşitli bakımlardan subaylarımız
ve görevlilerimiz için yararlı olur düşüncesiyle, olduğu gibi
sunacağım:
Malatya,
12.9.1919
Sivas'ta Üçüncü Kolordu Komutanlığına
Halep'teki İngiliz ordusundan albay rütbesinde Bay P. Pil (P.
Peel) adında bir İngiliz subayı, bugün 12.9.1919 günü öğleyin
Malatya'ya gelmiştir. Amacı Malatya, Harput ve Diyarbakır bölgelerinde
ileri gelen kişilerle, sivi1 ve askeri memurlarla görüşmek olduğunu;
kaçak Bay Novil'in görevini bilmediğini ve bu konuda İngiliz Hükümetinin
hiç bilgisi olmadığını; böyle bir propagandacı subayın
buralarda gezmesini kabul edemeyeceğini ve aşiretler içerisinden
hemen buraya gelmesi için kendisine buyruk vereceğini söyledi. Eğer
haince düşüncelerle buralarda gezdiği kanısına varırsa
tutuklu olarak Halep'e göndereceğini sözlerine ekledi. Vali Galip Bey'i
de, kendisiyle görüşmek üzere, hayatının korunacağı
konusunda güvence vererek buraya çağırmak istedi. Bu konuda üst
komutanlardan, adı geçenin buraya gelebileceği üzerine buyruk alınmadan,
buraya gelemeyeceğini ve bunun için ilgili yerlere başvuracağımı
söyledim. Bu izin buyruğunun ivedilikle getirtilmesine aracı olmamı
rica etti. Kendisi "yüksek siyasal mutemet" adıyla anılırmış.
İstanbul Hükümeti kendisini tanırmış. Kendisi burada iki gün
kaldıktan sonra Harput'a gidecekmiş. Belgesi yoktur. Kendisine, saygıdeğer
bir konuk olduğu ve özel saygı gösterileceği söylenmiştir.
Valiyi buraya getirtmesine ve bu kişinin Harput'a doğru gitmesine izin
verelim mi? Bildirilmesi. Sivas'tan iki subayın şimdi geldiği
bilgilerine sunulur.
15'inci
Alay Komutanı
İlyas
Bu telde sözü geçen
konularda ne yapılacağını belirten görüşlerimiz,
şöyle kısaca bildirildi:
Tel
Çok İvedidir,
Sivas,12.9.1919
Malatya'da On Beşinci Alay
Komutanlığına
Y: 12. 9. 1919
1-
Kim olursa olsun, belgesiz bir yabancı subayın Osmanlı ülkesinde
işi yoktur. Kendisine incelikle fakat askerce, kesinlikle durumu bildirip
geldiği yere hemen dönmesi gerektiğini söyleyiniz. Ülkeden çıkıncaya
değin de ileri gelen kişilerle ve görevlilerle hiçbir siyasal ilişki
kurmaması için yanına becerikli, uyanık bir subay katınız.
2-
Kaçak valinin yurda hainlik ile suçlandırıldığını,
ele geçince yakalanarak kanunun adaleti pençesine teslim edileceğini, bu
konuda başka türlü bir şey yapılamayacağını ayrıca
anlatırsınız efendim.
Mustafa
Kemal
Baylar, alınan
önlemler ve yapılan düzenlemeler ve özellikle gösterilen sinirlilik ve
sertlik sonucunda, Ali Galip ve Halil Beylerin kandırmaya çalıştıkları
aşiretler dağılmış, umutsuz kalan Ali Galip ilkin
Urfa'ya ve oradan Halep'e kaçmıştır. Bay Novil de gözaltında
rahatça Elbistan üzerinden gitmiştir. Ötekiler de birer yol bulup kaçmışlardır.
Bu evreleri, daha çok açıklamayı yararlı görmüyorum. Bu
konuda söylediklerime ek olarak yayımlanacak olan belgeler okununca bugün
ve yarın için uyarıcı sonuçlar çıkarılacağını
umarım. (belge: 78, 79, 80, 81)
Hainlerle
İşbirliği Yapan Ferit Paşa Hükümetine Saldırış
Baylar, Ali Galip'in giriştiği
işin, Padişahın ve Ferit Paşa
Hükümetinin ve yabancıların ortak bir girişimi olduğuna,
bilginize sunduğum belgeleri gördükten sonra kimsenin kuşkusu
kalmaz, sanırım. Bu hainliğin ortak girişimcilerine karşı
alınması gereken durum açıktır. Ancak, karşı girişimde
elden geldiğince açık saldırıdan vazgeçmek, o günün gereği
olmakla birlikte, girişim gücünü çeşitli hedeflere çevirmekten
sakınarak bir noktada toplamak, uygun bir davranış olacaktı.
Biz de, saldırılacak hedef olarak, yalnız Ferit Paşa Hükümetini
seçtik ve bu işte Padişahın parmağı olduğunu
bilmezlikten geldik. Ferit Paşa Hükümetinin, gerçekleri bildirmeyerek
Padişahı aldatmakta olduğu tezini tuttuk. Padişahın,
durumu anlayacak olursa hemen, kendisini aldatanlara hakettikleri işlemi
yapacağına güvenimiz olduğunu ileri sürdük ve hükümetin tanıtlanmış
olan cinayeti üzerine, elbette kendisine güven kalmayacağından gerçek
durumu yalnız ve ancak doğrudan doğruya Padişaha bildirmekle
durumun düzeltilebileceğini, girişimlerimiz için çıkış
noktası saydık. Bu düşünce ile Eylülün on birinci günü,
Padişaha çekilmek üzere bir telyazısı hazırlandı. Bu
telde, kestirebileceğiniz gibi, zamanın gereği olan birçok gösterişli
sözler içinde: "Hükümetin savaş yoluyla Kongreyi basarak Müslümanlar
arasında kan dökmeye kalkıştığı ve Kürdistan'ı
ayaklandırarak yurdu parçalatma planının da para karşılığında
yüklenilmiş olduğu belgelerle anlaşıldığından,
hükümetin bu işte kullandığı adamların bozguna uğrayarak
kaçmak zorunda bırakıldıkları; yakalanırlarsa kanunun
haklayıcı eline teslim olunacakları ve bu cinayetleri düzenleyerek
Dahiliye ve Harbiye nazırlarına emir verdirip uygulattıran İstanbul
Hükümetine ulusun inan ve güveni kalmadığı"
bildirildikten sonra: "Namuslu kişilerden yeni bir hükümet kurularak
bu casus örgütünün haklarında ivedilikle ve adaletli olarak soruşturma
yapılması ve cezalandırılması" isteniyor ve:
"Adaletli bir hükümetin kurulmasına değin İstanbul Hükümeti
ile hiçbir türlü yazışma yapmamaya ve ilişki kurmamaya karar
vermiş olan ulustan ordunun ayrılmayacağını, olayın
içyüzünü bilen ve olay yerine yakın olan kolordu komutanları,
bilginize sunmak zorunda kaldık." deniliyordu. (belge: 82)
İşte bu
telyazısı örneğinin bütün kolordularca İstanbul'a çekilmesi
uygun görüldü. 11 Eylül günü telgraf başında kolordu komutanlarına
özel olarak şunları bildirdim:
"Şimdi bir örnek vereceğiz. Bu örneğin 3'üncü,15'inci,
20'nci,13'üncü ve 12'nci Kolordu Komutanlarının ortak imzalarıyla
çekilmesini uygun görüyoruz. Okuduktan sonra öteki komutanlarla aynı
zamanda çekmek için bekleyiniz."
Örnek
Yüksek Sadrazamlık Katına
"Şimdi, doğrudan doğruya kutsal başkomutanımız,
şanlı Halifemiz Efendimize önemli şeyler bildirmek zorundayız.
Engel olunmamasını rica eder; engel olunursa bundan doğacak ağır
sonuçların sorumluluğunun yalnız yüksek kişiliğiniz
üzerinde kalacağını bilgilerinize sunarız.12'nci Kor., 13'üncü
Kor., 20'nci Kor., 15'inci Kor., 3 üncü Kor.
Padişaha
bildirilecek önemli şeyler, daha önce bilginize sunduğum telyazısının
içindekilerdi.
Eylülün 11'inci günü,
özellikle 11/12'nci gecesi, her yerdeki Kolordu Komutanları
telgrafhanelere el koyarak, kararlaştırılmış olduğu
gibi İstanbul'la haberleşmeye çalışıyordu. Ama,
Sadrazam ortadan kaybolmuş gibi idi. Karşılık vermiyordu.
Biz de, telgraf başında Sadrazamın telleri alıp yanıt
vermesi için baskı yapıyorduk. İstanbul telgraf görevlileriyle
olan uzun çekişmelerden sonra bir telgraf görevlisi özel olarak şunları
bildirdi:
"Sadrazam Paşa'ya yazılanlar telefonla söylenildi.
Alınan karşılıkta: Telyazısında bildirilenler,
Sadrazam Paşa Hazretlerinin bilgilerine sunuldu. Bildirilmek istenen şeyler,
yöntemine göre telle bildirilmelidir. Telyazıları da yönetimine göre
Padişaha sunulur, buyurduklarını Müdür Bey söylüyor
efendim." (belge: 83)
Bunun üzerine gece
yarısından sonra, saat 4'te şu telyazısı Sivas
telgrafhanesine gönderildi:
11
/12.9.1919
Sadrazam Ferit Paşa'ya
Yurdun ve ulusun haklarını ve kutsal varlıklarını
ayaklar altına alarak ve Padişah Hazretlerinin yüksek şeref ve
onurlarını kırarak, aymazca girişim ve davranışlarınız
anlaşılmıştır. Ulusun Padişahımızdan başka
hiçbirinize güveni kalmamıştır. Bunun için, durumlarını
ve dileklerini ancak Padişaha bildirmek zorundadırlar. Kurulunuz,
yasadışı davranışlarının ağır sonuçlarından
korkarak ulus ile Padişah arasına bir duvar gibi giriyor. Bu yoldaki
direnmeniz daha bir saat sürerse ulus artık her türlü davranış
ve yürütümünde kendisini özgür ve özürlü sayacak ve bütün yurdun,
yasal olmayan kurulunuzla kesin olarak ilgisini ve bağlantısını
kesecektir. Bu, son uyarımızdır. Bundan sonra ulusun alacağı
durum, burada bulunan yabancı subaylar aracılığı ile
İtilâf devletleri temsilcilerine de ayrıntılı olarak
bildirilecektir.
Genel
Kongre Kurulu
Sivas Telgraf Müdürlüğüne
de gene o sırada telefonla şu buyruk verildi:
"Kongremizden seçilmiş bir kurulla telgrafhaneye gönderilecek
bir telimizin doğrudan doğruya Padişahın özel kalemine (Mâbeyni
Humayun) çekilmesine İstanbul'ca engel olunduğu bildiriliyor. Bir
saat içinde telin çekilmesine izin verilmezse, İstanbul'la bütün
Anadolu telgraf haberleşmesini kesmek zorunda kalacağımızı
üstlerinize bildiriniz."
Genel
Kongre Kurulu
Kolordu Komutanlarına
da aşağıdaki genel bildirim yapıldı:
Sivas,
11 /12.9.1919
20'nci Kolordu Komutanlığına
15'inci Kolordu Komutanlığına
13'üncü Kolordu Komutanlığına
3'üncü Kolordu Komutanlığına
Kongrenin Padişah katına sunacağı dileklerin
ulaştırılmasına İstanbul Telgraf Başmüdürlüğünce
engel olunmuştur. Verilen bir saatlik süre içinde Padişahın özel
kalemine yol verilmezse bütün Anadolu'nun İstanbul'la telgraf haberleşmesinin
kestirileceği karşılık olarak adı geçen müdürlüğe
bildirilmiştir. Kongrenin bu yasal isteğine olumlu karşılık
alınmadığından, bu telimizi alır almaz Ankara,
Kastamonu, Diyarbakır telgraf merkezlerinde ve Sinop'ta telgraf haberleşmelerinin
kesilmesi; yani Kongrenin bildirimlerinden başka hiçbir telin İstanbul'a
geçirilmemesi ve İstanbul'dan verilecek tellerin kabul olunmaması ve
Batı Anadolu ile haberleşmemize engel olmayacaksa Geyve Boğazı
yönündeki telgraf yolunun da tutulması ya da geçici olarak kesilmesi ve
işin sonunun bildirilmesi rica olunur.
Bu yönergeye engel olacak telgraf görevlileri, bulundukları
yerde hemen askeri mahkemeye verilerek en ağır cezaya çarptırılacaklardır.
İşbu bildirimin yerine getirilmesi 20'nci, 15'inci,13'üncü ve 3'üncü
Kolordu Komutanlıklarından rica edilmiştir. Alındığının
bildirilmesi.
Sivas'ta
Genel Kongre
Kurulu
Bu telyazısında
bildirilenler, daha sonraki tellerle tamamlandı. (belge: 84, 85 )
11 /12 Eylül gecesi
yapılmış olan genel bildirime ek olarak şu ricada bulunuldu:
"Bu gece sonuç elde edilinceye değin bütün komutanların,
sivil yönetim başkanlarının ve ilgili kurulların
telgrafhanelerden ayrılmamaları rica olunur."
Genel
Kongre Kurulu
Telgrafhanelere de
şu uyarma yapıldı:
"Ektir: Bu bildirimin yerine getirildiği haberi Kongre
Kurulunca öğrenildikten sonra gene böylece aramızda haberleşme
sürdürüleceğinden telgrafhanelerde adam bulundurulması rica
olunur."
Genel
Kongre Kurulu